Haberler
Dêsım (Dersim) Ukrayna Olmasın!
Bölgeye dönük olarak muhtemel bir “referandum” yaşanırsa; bu noktada Dêsım ve Dêsımanlılar, pek şanslı değiller ve zor bir tercih ile hatta “dayatmacı” bir durum ile karşı karşıya kalacaklardır.
Asmen Ercan Gür
***
bir taş bırakılınca
yüksek dağlara
ya da Munzur’a
ikrar sayılır
taşa, toprağa, suya
dönen malından olur
dönmeyen canından
bozulursa maya
*
köy damlarında
közlenince ateşte
güz renkli palamutlar
doğuda çirok iklimi başlar
Erzincan sobasının başında
toplanır çocuklar
borsaya girince koyunlar
dibe vurdu insanca hayatlar
vurulunca bir insan
dağlarda, sokaklarda düpedüz
bir kadın alkışlar arasında
ölüme hazırlar ikinci evladını
bir anne de; “oğul oğul” –der
iki yüreğim yanar
ne gecemdir ne de gündüz
*
fay hattında yürek incedir
dostlar! her gün üç kurşunla
yol kavşaklarında vurulur
yön levhalarım Ortadoğu’da
bakmayın yüksek rakımlara
yerkabuğunun kalınlığına
dokunsanız yırtılır tenim
Ahmet Cemil
***
Sevgili dost ve arkadaşımız Ahmet Cemil’in yukarıda aktardığım bu güzel şiirini Dêsım’de; “üç yaşındaki Dilek Serin’in de çocuk yaşta (üç) muhtemelen katledildiği ve bir taş yığınının altına gömüldüğü o köy boşaltmalarının ve faili bellilerin had safhaya ulaştığı, o doksanlı yılların” atmosferinde şekillenen ruh haliyle yüreğindeki o duygusal ve sessiz “isyanı” ortaya koymak için kaleme aldığı aşikâr. Burhan Gündoğan ve arkadaşlarının emeği ile önceki yıllar Dêsım’de hayat bulan Bezuvar Dergisi’nin 16. sayısının arka kapağında rastladım bu şiire. Bu şiirle ilgili hissettiğim ve tuhaf olan; ne yazık ki, o günden bu güne geçen onca yıla rağmen; 1938’den beri yetmiş yıl oldu, 94’ten beri yirmi yıl sonra bile hala Dêsım dağlarının ve ziyaretlerinin Türk ordusu tarafından halen bombalandığıdır. Bunun acısını ve ağırlığını yüreğimde hissettim ve bunu yapanı da, buna sebep olanları da burada bir kez daha kınıyor ve lanetliyorum. Bu şiirde dikkat çeken; bugün Ortadoğu’da, doğu ve güneydoğuda ve Cizre’de olanları anlatan bir imgeye sahip olması ve bunu bir çırpıda ifade etmesidir. Elim bir kaza sonucu, bizi birkaç yıl önce bir başımıza bırakıp giden Ahmet Cemil’in ne kadar duygusal bir derinliğe sahip olduğunu ve bunu diline yansıtabildiğini gösteriyor. Bu vesileyle onu, bir kez daha saygı ve sevgiyle anıyorum. Toprağı bol, ruhu yıldızlarda olsun! Gündüzleri ayrı kalsak da sen geceleri gökyüzünde asılı kalan bir yıldız gibi uzaklardan hep gülümse ve göz kırp bize emi, sevgili Ahmet! “Worte gul sosınu dê, nur dê bê!”
***
Mensubu (aidiyet) olduğumuz Dêsım toplumu ve komşu Kürt halkının içinde bulunduğu bu zulüm ve zor günleri, Ortadoğu’daki gelişmeler ve Türkiye’yi artık bir bela haline gelerek yöneten “ampul partisi ve saraydaki zat” düşünüldüğünde; maalesef geleceğe dair pek de umut veren bir durum ortada yok. Bu “kaygıyı” batıda ve doğuda Türkler, Kürtler ve diğer halklar olarak hep beraber yaşıyoruz. Çıla’da yayımlanan ve aşağıda linkini verdiğim haber makalemde de değinmiştim bu duruma ve şöyle demişim: “Erdoğan sadece Kürtler için değil, Türkler için de büyük bir dert ve beladır” diye. En çok da, “ülke huzur, barış, ekonomi ve bütünlüğü açısından baktığımızda, çocuklarımızın geleceği için büyük bir bela. Keza, “Suriye” örneği gözümüzün önündedir. Kim, o insanalar gibi evini barkını terk edip, aç susuz, yol yolaklara düşüp, denizlerde boğulmak ister ki!
İşte, bu bela bir şekilde “7 Haziran’dan” sonra iyice belirdi. Celal Bayar’da böyle yapmıştı, Menderes’te. Neticede ABD’nin bir numaralı hizmetkârı Menderes ipe giderken ABD bırakın sesini çıkarması, bu gidişi onayladı. Diğeri “katil”de yaştan dolayı yırttı. Keşke de asılsaymış, neyse..
Bilinmez ama muhtemeldir ki, yine kaybedeceği “1 Kasım’dan” sonra daha beter günler göreceğiz. Çünkü bu zat, devletin tüm vurucu (silahlı ve yargı) gücünü elinde tutuyor ve bu güçle zülm ediyor. Fakat bir gerçeği hiç mi aklına getirmiyor, ya da çevresindekiler uyarmıyor, şaşırıyorum doğrusu.
Cizre’ gibi kentler “KCK’nın kent milianları” bahanesiyle bakan ve milletvekillerinin dahi girişine yasaklanmakta; halk, ilan edilen sokağa çıkma yasağı bahanesiyle, evinden başını çıkarttığı an keskin nişancılar tarafından vurulmakta, günlerce esir tutuldukları evlerinde havan ve top atışlarına maruz aç susuz ve ilaçsız yaşamaya çalışmaktadırlar. Öyle ki, Müslüman olduğu için “ahret” inancının çok güçlü olması gereken bir ülkede ve sözüm ona “İslamcıların” iktidarda olduğu, ölümün kol gezdiği bu topraklarda bir kadın doğru dürüst yasını bile yaşayamıyor: Çocuğunu günlerce, o kocaman ve tarifsiz acı içerisinde buzdolabında muhafaza edip yanında uyumakta. Helel hele “Müslüman” bir ülkede bunun yaşanması da daha da hayret verici ve inandırıcılıktan uzak geliyor insana. Demek bu ülkede iktidarı elinde tutanların dinle alakası olmadığı gibi insanlıkları paraya pula tedavül etmiş ve vicdanları da körelmiş. Bunlar artık başka bir mahlukat. Öte türlü bu olayları açıklayamayız.
Genelde, tüm Anadolu (Türkiye) için söz konusu olan bu “menfi” durum ve gelişmeler karşısında, toplumumuzun (Dêsım/Dêsımanlılar) yaşadığı coğrafya da iç içe ve komşu olduğu Silahlı Kürt Hareket’inin bir unsuru olan PKK-KCK’nın, Dêsım’deki varlığı ve örgütlenmesinin ileride büyük ve çatışmalı sorunlara yol açacağı da şimdiden aşikâr ve bu bahsettiğim sorunla bağlantılıdır.
Bir gerçeklik var ki, o da; Kobanê benzeri “özerk yönetim” ilanları, aslında Erdoğan’ın da işine gelmektedir. Bu konuda, rahatsızlık ifade eden bir tek beyanatı yoktur ve bu durum “BOP”a da uyan bir gelişmedir!
Bu açıdan, Dêsım’in sahip olduğu “öznel” inançsal ve kültürel kimlik açısından ve bu kesimin yani Kürt siyasasının “bakışlarının ne olduğu” yönünde konu değerlendirildiğinde; bu türden zoraki ve silah yoluyla “özerk yönetim” ilanlarının kısa bir süre sonra Dêsım’i kapsaması halinde, buna karşı halkın tutum ve davranışı karşısında PKK-KCK’nın takınacağı tavrın “menfi” olacağı ve başka bir çatışmalı ve kanlı süreci getireceğini ön görmek hiçte zor değil.
Yani demem o ki, bu bir “dayatma ve oldubitti” şeklinde olacaktır ve bu tehlik kapıdadır. Üstelik daha büyük ve yakın bir tehlikeyi gündeme getirecektir. O da; devletin Dêsım’e yaklaşımı hele hele bu iktidar döneminde pek müspet olmayacaktır. Devlet ve AKP bunu bir fırsata çevirecek, Cizre’den daha beter bir şekilde Dêsım’i yakıp yıkma yoluna gideceklerdir. Umarım, bu “kâbus” senaryoları ve öngörülerim gerçekleşmez, ben haksız çıkarım. Bunu diliyorum, fakat ne yazık ki gerçekler orta yerde dururken “dilemek” yetmiyor. Argoda bir değim var; “değneğin iki ucu…” diye. Biz Dêsımanlılar için tam da böyle bir durum söz konusu; hatta sevgili abimiz Remzi Aydın’ın söylemiyle, “değneğin ortası da pis..”.
Tüm bunlar olup biterken, şayet Kürt sorunu “Türkiyelileşme” temelinde (halkların yararına olan budur) çözülmez ise bizi de yakacaktır. İşin kötüsü Dêsım toplumunun bu konuda ne bir fikri, ne bir hazırlığı, ne bir bütünlüğü, ne de herhangi bir çatışma halinde kendini savunacak “eğitim ve lojistik” olarak bir altyapısı ve donanımdan yoksundur. Tamamen kendi halinde, “başıbozuk, savrulmuş, kimliğine yabancılaştırılmış, ideolojiler tarafından kullanılan, çır çıplak ve başka hegemon (dominant) güçlere karşı savunmasız bir şekilde zayıf ve hazırlıksızdır.
Elbette durum böyle “vahim” olunca ve bundan kaynaklı “fikri” bir alt yapı ve buna dayalı bir “hazırlık” olmayınca, bu diğer bahsettiğim; “BİR TOPLUMUN ZOR ŞARTLARDA MÜDAFAASINI YAPMASI” da söz konusu olamaz. Son birkaç yılda, büyük bedeller ödeseler de Kürtlerin, Suriye ve Irak’taki kazanımları yanında; öte taraftan Dêsım toplumu gibi hazırlıksız ve zayıf olan en başta Ezidiler, Sabekler, Türkmenler vs. halkların durumunu göz önüne getirmek, bizi coğrafyamızda benzer gelişmeler ile karşılaştığımızda, nasıl bir geleceğin bizi beklediği konusunda işaretler verecektir ve buna bir örnektir.
“ Daha “makro ve global” bir örnek vermek gerekirse; Dêsım coğrafyası gelecekte, Ukrayna ve civarındaki “sancılı ve çatışmalı” bölgelerden biri olmaya adaydır. Tüm gelişmeler buna işaret etmektedir. Kürtler ve Türkler arasında yapılması muhtemel bir “referandumu” ve olacak çekişmeleri düşünün, kastım tam da bu!
“Bölgesel ve mikro milliyetçiliğe” karşıyım. Ancak, kimliklerin de kendini var etmeleri için ve geleceğe taşımaları için “özgür, eşit yurttaşlık ve anayasal güvence” altında “ulus devlette” yaşaması taraftarıyım. Bu, pek ala mümkün ve “demokrasi ve demokratikleşmeyle” ilgili bir durumdur. Fakat, “Ortadoğu” gibi bir coğrafya da bu noktadan sonra bir “ulus devlet” yaşamak istiyorsa, kimliklere bu yaklaşım çok zorunlu ve gerekli. Öte türlü “ulus devletler” yıkıldıktan sonra geriye eskiyi de aratan, halk için bir enkaz kalmaktadır. Bunu hep beraber görmekteyiz. Zeten, bölgeye şekil veren ve “ulus devletleri” bölünüp parçalayan güçlerin amaçladığı da bu: “BÖL, İSTİKRARSIZLAŞTIR VE YÖNET: Böylelikle ölümü göster sıtmaya razı et ve kurtarıcı rölünde bölgeye geri dön. Hem de yerle bir olan “prestijin” tavan yapacak şekilde. Ör: “Biji Obama”
Tüm bunları “inançsal etnisiteler” üzerinden yapmaktadırlar ve başarıyorlar da. Bu şekilde uzun yıllar bölgede söz sahibi olmanın ve bölgeyi kontrol altında tutma imkânına kavuşmuş oluyorlar.
Tekrar yinelemekte fayda var; bölgeye dönük olarak muhtemel bir “referandum” yaşanırsa; bu noktada Dêsım ve Dêsımanlılar, pek şanslı değiller ve zor bir tercih ile hatta “dayatmacı” bir durum ile karşı karşıya kalacaklardır. Şayet, kendi “öz” kimlik ve dilini yok sayıp ikinci planda tutup, Türklerden sonra şimdi de Kürtlerin egemenliğine girmek istiyorlarsa o halde sorun yok. Bu, bir tercih meselesi olur. Fakat bir şeyin akılda tutulması gerekir:
“Bir zamanlar mazlum ve mağdurları olarak inkâr edilip yok sayılanlar, yarın gücü eline aldıklarında; aynı inkârı ve yok sayma tavrını geliştirip zulüm edebilirler.” Tarih bunun örnekleriyle doludur. Uluslararası bir örnek olarak Yahudiler ve İsrail; “yerli malı yurdun malı” bir örnek olarak da, “1923” sonrası Kemalistler ve daha yakın zaman için de mütedeyyin kesimi temsil ettiğini söyleyen Tayyip Erdoğan ve şürekâsı, buna örnektir.
Bu konuyu etraflıca irdelemek için tersinden bir soru soralım: “Çanakkale’de kanlarını döken ve zaten kendi yurtları olan vatanını muhafaza eden Kürtler için Türkler bugün; “Biz o toprakları kan ile suladık, bir çakıl taşını bile vermeyiz..” diyorlar ve bütün yaygara da bunun üzerine kopuyor. Buna sebep ise; bunca yıldır propaganda edilen “ulusçuluk ve kör, hak gaspına dayalı milliyetçilik” sonucu, Kürtlerin “Lozan’da” devlet kurma (en azından otonomi) haklarını kullanmamasından kaynaklanmaktadır.
İngilizlerin Kerkük ve Musul karşılığı T.C.nin anahtarını verdiği Kemalistlere destek olarak, Kürt Teali cemiyeti Başkanı Seyit Abdulkadir Efendi’nin; “Biz Türkler ile din kardeşiyiz, et ile tırnak gibiyiz. Onlara bu zor zamanlarında sırt çeviremeyiz. Aynı ülkede yaşayan halklar olarak kendi sorunlarımızı halledebiliriz…” şeklinde İngilizlere cevaben buna benzer sözleri sonucu ortaya koydukları irade ve tavır günümüzde yaşananların temelini teşkil etmektedir ve çoğu şeyi açıklar niteliktedir. Yeri gelmişken, bu konuda Cemil Gündoğan, Çıla’da da yayımlanan “Türiyelileşmek” adlı yazı dizisinde bu konuyu etraflıca ele almaktadır. Gündoğan, çok haklı olarak o yazı dizisinin bir bölümünde bu konuya atıfla şöyle der:
“Kürtler, Ermenilere yapılanlarda İttihatçılar ile iş ortağı olduklarından ve yine Ermenilerin başına gelenlerden çekindiklerinden, öte taraftan İngilizlere güvenmediklerinden bu otonomi veya bağımsız bir devlet, teklifine –‘hayır’ dediler…”
Seyit Abdulkadir Efendilerin bu hatalarını bugün, torunları olarak Kürtler kanıyla ödemektedir. Aynı şey Türkler için de geçerli. Onlar da; temeli “hatalı ve çürük atılan”, inkâr ve yok sayma üzerine kurulu bir Cumhuriyet’in bedelini “şehit” vererek ödenmektedirler…
Na sate debımanê weşiyê de! (Eylül 18..2015)
Asmên Ercan Gür (aliyedemeniz@hotmail.com)
Çıla’da yayımlanan, konuyla ilgili haber makale:
http://www.cilagazete.com/kurtlere-pkk-eliyle-simdi-de-erdogan-fasizmi-reva-goruluyor/
Cemil Gündoğan: “Türkiyelileşmek: Kimin Günahı, Kimin Sevabı-6”

Ali
21/10/2015 at 15:03
Baba tarafım yaklaşık 150 yıl önce Pulur’dan Sarız’a göçmüş. Sanırım yarı-göçebe olan atalarıma orayı işaret etti Osmanlılar, bilmiyorum. Az Kurmanjım. Ama daha önce Dimilki konuşuyor da olabiliriz, bilmiyorum.
Sizin niyetinizin iyi olduğunu zannetmiyorum. Bu kadar.