Haberler
Kazım Gündoğan ve Dêsım üzerindeki Ermeni iddiaları – 1
Sorun, yüz yıldan çok fazladır Dêsım üzerinde misyoner faaliyetleri yapanların, düzmece nüfus yoğunluğu gösterme çabalarıyla bir şeyler kotarmaya çalışanların nakaratlarını Kazım Gündoğan’nın ısıtıp yeniden sofraya koymasıdır.
Dêsım’in 1895 ve 1915 Ermeni felaketlerinde fedakârlıkları üzerinde durmayacağım. Vicdan sahibi Ermenilerin bu konuda tarihe yeterince not düştüklerini biliyoruz. Dêsım’in fedakâr insani tutumlarına rağmen sanki ‘Ermenilerin katline ortak olmuşlar gibi’ bir dönem bazı aklı evvellerin ‘Ermenilerden özür dileriz’ kampanyası başlattıklarını hatırlıyorum. O dönemde de yazılarımda demiştim ki, atalarımız Ermenileri katletmedi. Merkezi otoritenin piyonluğunu kabul etmediler. Ne için özür dileyeceğiz? Hamidiye alaylarının ve işbirlikçilerinin torunları, çocukları özür dilesinler. Bizim ukala çapsızlarla takma isimli ne oluğu belirsizlerin internet furyasının bugüne geleceğini, Dêsım üzerinde yeni çirkeflikler tezgâhlamanın peşinde olduklarını biliyordum. Ne yazık ki, o çirkin tezgâhlara dişli olmaya devam eden bazı Dêsımlilerin bu gün Ermenicilik adı altında Dêsıme kin kusanlara karşı gıkı çıkmıyor. Kimileri ise, hala piyonluk görevlerini yapmanın gayretindedirler.
Dêsım’in üzerinde kirli hesaplar peşinde olan odaklar azmış, yetmezmiş gibi bir de Ermenicilik adı altında yeni bir güruhla karşı karşıyayız. Aslında bu güruhun yabancısı değiliz ama görünen yanıyla bazı Dêsımliler de bu güruhun mesnetsiz girişimlerine çanak tutmaya soyunmuşlar. Bunlardan biri de Kazım Gündoğan’dır. Kazım Gündoğan‘ın yayınladığı ‘Keşişin Torunları Dersim Ermenileri’ adlı kitabın içindeki iddiaları ve ‘tarihçilik’ incilerini görünce, doğrusu beklediğimden fazla Ermeni misyonerlerin planlarına amade gördüm Gündoğan’ı. Gündoğan beyin bu amade çalışmasından bazı bölümlere değinmeyi de zorunluluk gördüm.
Ermenilerin “yeni tarihçisinin” iddialarına geçmeden önce şunu belirteyim. Milliyetçilik, ırkçılık çağın vebası gibidir. Toplumların özgün, özgür yaşam taleplerini hayata geçirme isteği olarak başlar. Asimilasyon ve sömürünün bir toplumun doğal yapısını yok etmesinin önünde set olmak gibi çok doğal bir insani refleks olarak adlandırılır. Bir süre sonra, güç sahibi olduğunda, nasıl olduğunu kimse anlamadan kendisine zulmedenin zulmünden kopyalanmış gibi başkalarına zulmetmeye başlarlar. İnkârda, iftirada sınır tanımazlar. Bunları anlamak zor değil, dünyanın her yerinde tanıdıktırlar. Anlaşılması zor olan bir bireyin kendi toplumuna dayatılan ahlaksız, edepsiz iftiralara destek sunan hatta bu desteği ‘tarihten belge’ diye saçma sapan uyduruk düzmecelerle kanıtlamaya çalışanlardır. Bu anlamda, Kazım Gündoğan anlaşılması zor olan Dêsımlilerden biridir. Kazım Gündoğan’ın neşriyatlarına bakalım.
‘Genel olarak Dersimliler özel olarak da Dersimli Ermeniler; 1937-38 kırımını ‘Tertele’ olarak adlandırırlar. 1915 Ermeni soykırımına ‘Terteleo veren’ (ilk önceki kırım) derler. Bkz: adı geçen kitap s. 12)
Nokta, virgül ve harfine dokunmadan aktardığım Kazım Gündoğan’ın belirlemesidir. Kazım Gündoğan’ın (ilk önceki kırım, savını öyle masumane görmek olanaklı değildir. Kazım Gündoğan bu gerçeklikle ilgisi olmayan savı ile Dêsımlilerin Ermeni soykırımını aslında kendi soykırımları olarak değerlendirdiklerini tarihi ters düz ederek kanıtlamanın peşindedir. Bu savın arkasında ki amaç; Dêsımlilerin ‘Ermeni olduklarını’ dillendiren iftiracı, inkârcı Dêsım düşmanı odakların piyonluğunu yapanların bu yalan kurgularına destek sunmadır.
Gündoğan, bir tek Dêsımli 1915 Ermeni felaketini ‘Tertelo Verên’ olarak adlandırmaz. Külliyen yalandır. Gündoğan gerçekten Tertele konusunda biraz dürüst sorular sorsaydı, şu cevabı alırdı Dêsımli yaşlılardan: Tertelê Hermeniu, Tertelê Zazu, Tertelê 38’i-Tertelê Dêsımi. (Zazaların soykırımı, Ermenilerin soykırımı, 38 soykırımı-Dêsım Soykırımı).
Yirminci asrın ilk kırk yılında Dêsım’de yapılan iki önemli soykırımı ve Türkiye genelinde uygulanan Ermeni soykırımını Büyüklerimiz böyle dillendirirdi. Ne var ki, Kazım Gündoğan’ın sorunu tertelelerin objektif değerlendirmesi değildir. Aksine onun derdi kelime oyunları, terim cambazlıklarıyla piyon Ermenilerin yalanlarına destek sunma ve bazı Ermeni odaklarının birinci dünya savaşı öncesi düzenbazlık siyasetlerine benzer olarak tekrar denemeye giriştikleri hezeyana kapılmaktan ibarettir. Gündoğan bunu neden yapıyor? Bu sorunun cevabı birden fazla içerik taşımaktadır yeri geldiğinde açıklarım.
‘Zımeqli, Vanklı Ermenilerin izini sürdük’. 1937-38 yıllarına kadar inançlarını sürdürüp dillerini konuştular’ (s. 12)
Bu satırda da, Gündoğan iki köydeki Ermeni ailelerden bahsederken neredeyse 37-38 soykırımını Ermenilere yapılmış gösterecek. Taner Akçam Amerika’da yaptığı bir konferans sunumunda ‘1938 de Dersim de Çharsandjak bölgesinde 30.000 ile 50.000 Ermeninin katledildiğini söylemişti. Taner Akçam’ın adını bile kendisine göre değiştirdiği Çharsenceq-Çarsancak bölgesinde 1937-38 de değil Ermeni bazı ocakzadelerimizin dışında Dêsımliler bile katledilmedi. Dilin kemiği yok derken dillerini böyle kullananlar için söylerler. 1938 tarihine kadar Dêsım’de varlığını sürdüren Ermenilerin hikâyesi şundan ibarettir. Devletin hâkim olamadığı bölgede Ermeniler Dêsımlilerin himayesinde yaşamlarını sürdürmüşler. Alenidir ki, bazı bölgelere sığınan Ermenileri devlet defaatle Dêsımlilerden teslim etmelerini istemiştir. Bütün tehditlere rağmen Dêsımliler Ermenileri teslim etmemişler. Bunlara ilişkin bir örnek vermem gerekirse; Baki Devletli ailesi önemli bir örnektir. Devletli ailesi, 1915 felaketinde Suroğlu Temir Ağa ve Berxoğlu Hasan Ağa tarafından Mazgirt bölgesinde kurtarılan Ermeniler arasındadırlar. Bu konuyu çok iyi bilmemin nedeni şudur. Berxoğlu Hasan ağa büyük dedemin kardeşidir. 1800’lü yılların son yarısı içinde Peri’nin karşı tarafına Palu yöresine yerleşir. Aileden anlatım bu nedenle sağlam bilgidir ve bazı Ermeni kaynaklarında da mevcuttur. Çarsancak bölgesinde ki Ermenilere 1915 te saldırı olunca, Mazgirt bölgesinde ağırlığı olan Suranlı Temir Ağa ve Haydaranlı Berxoğlu Hasan Ağa ittifakla himayelerindeki silahlı güçlerle Ermenileri korumak için çatışmalara girerler. Bu olayların üzerine söylenmiş ağıtlar dahi vardır. Bu ağıtlardan bazılarını Harput’tan kaçıp Köteriç köyüne sığınan Ermeni bir vatandaşın oğlu Hakkı Gök’te hala mevcuttur. Bu kıyımda kurtarılan Devletli ailesi Mazgirt yöresinde barınırlar. Daha sonra Xagu da Temir Ağa’nın yanına alınırlar. Mazgirt kaymakamı Ermenileri teslim etmesi için Temir Ağa’yı sıkıştırınca, Devletli ailesini Yusufhanlı Kamer Ağa’nın yanına gönderir. Bir süre Saxşeg’de kaldıktan sonra, 1937 felaketinin eşiğinde oradan da Elazığ’da ki tanıdıklarının yanına gönderilirler. 1938 soykırım kararı sona erince tekrar Mamekiye’ye dönerler.
Bu arada Devletli ailesi Gazik’te ki Gomê Heseni mülkünü satın alır. Gomê Heseni, Türüşmekli Kudanlı Hasan Efendi’den bahsediyorum. Hasan Efendi o mülkü kızına vermiştir, eniştesi de Devletlilere satar. Ermeni Devletli ailesinin Gazik konusu bu kadar yenidir. Sorpiyan’dan Gazik’e kadar nehirin kıyı şeridi Kudanların mülküdür. Ayrıca bu günkü şehir merkezinin ilk yerleşim yeri olan eski adliye çevresi keza Kudanlı pirlerin mülküdür. Kudanlı Dewres Weli ailesinin evleri Dersim merkezde Eski Adliye’nin yerinde idi. Ali Baba Mahallesi adını Kudanlı Pir Ali Bava’dan alır. Dersim’de kışlalar yapılmaya başladığında Pir Yivrayimê Qeremani adliyenin yerinde ki evindedir. Her doğan çocuğu ölen Pir Yivrayim’in sadece Hüseyin adında bir oğlu yaşamaktadır. Alpdoğan o evin yerini ve Munzur Mahallesi olarak bilinen yeri almak ister. Yivrayimê Qeremani vermek istemez. Alpdoğan Pir Yivrayim’i huzuruna çağırtır ve şöyle der:
-İbrahim senin bir tek oğlun var değil mi?
-Evet, paşam var ama benim değil Allah’ındır.
-Şimdi ben senden oğlunu mu alayım yoksa başka bir şeyini mi alayım?
-Paşam Allah’ındır dedim ya ben sade sebebim. Sen devletsin ben vatandaşım, ne istersen veririm.
-O zaman istediğim senin evlerinin yeridir, oradan taşın oraya mahkeme binası ve okul yapacağız.
-Başım üstüne paşam’ der.
Pir Yivrayim oradan taşınır. Daha sonra, oradan şu anki Mavi Köprü’ye kadar olan araziyi de elinden alır. Bir süre sonra Baki Devletli Pir Yivrayim’e gelir der ki, ‘Pirim bu adam senden bu köprü civarında ki mülkü de alır. Sen gel bana sat belki ben kurtarırım. 500 TL karşılığında bir satış yapılır. Bahsettiğim mülk ise bu günkü Karayolları ve Orman dairesi bölgesinden Golê Çhetu’da ki köprüye kadar ki tüm arazidir. Tamamı arazi olmayıp önemli kısmı ormanlık ve mera idi. Sonra, Devletli o mülkü de devlete satar. Tabi satıştan Pir Yivrayim herhangi bir ücret almaz o formalite 500 TL den başka. Bu günkü eski adliyenin doğu köşesinde Kudanların mezarları vardır. Ali Bava nın Dewres Weli’nin ve daha evvelkilerin mezarları oradadır. Devlet erki mezarların da taşınmasını isterse de, Pir Yivrayim taşımayı yapamaz. Bu güne kadar Demenanlı, Haydaranlı, Yusufanlı Pilvenkli,Alanlı ve çeşitli aşiretlerden yaşlılarımız oradan geçtiklerinde dua ederler. Benim gençlik yıllarımda yaşlılarımız orada mumlar, çıralar yakarlardı.
Hamam deresi olarak bildiğimiz eski Mameki Çarşısı. Bu gün Tuncelililer işletmesinin bulunduğu alanın altında ki derede idi. Pir Yivrayim’in ve akraba Kudanların rızası ile bazı insanlar iş yerleri yapmışlardı. Demirci Mustafa amca-Ermeni Mıstê Beğdi ye de ev ve demirci dükanı yerini Pir Yivrayim vermişti. Bu gün yeni yetmelere sorsanız orası Ermeni mülküydü derler. Mıstefaê Beğdi, 1915 Ermeni felaketinde Demenanlara sığınır. Xozmerage köyünde Demircilik yapar. Daha sonra şehir biraz canlanınca, o da Pir Yivrayim’in rızası ile o dereye yerleşip bir ev yapar ve altını da demirci atölyesi yapar. Zeytin tepe mıntıkası, olarak söylenen Adliye’den yukarı ki tepenin altında bizim Zeynel Açıkgöz amcamız gecekondu yapmaya giderken, 1960 ‘ı yıllardı, gidip Pir Yivrayim’in oğlu Bava Hüseyinin elini öpüp müsaade isteyerek yapmıştı. O civarda ki bütün gecekondular Kudanlardan müsaade isteyerek yapılmıştır. Amcam Baki Turan’ın bir Piri vardı. Çok kıymetli aziz ve fakir bir insandı. 1972 yılında Zeytin tepenin en doğu tarafındaki kayanın altında bir gece kondu yapmak için önce (gort) dediğimiz orman söküp tarla açtı. Ben, Baki amca bir zat o tarla açmada çalıştık. Pirimiz o yeri açmak için, Kemerobelde’ki Kudanlara gidip destur aldığının tanığıyım.
Yer yarılıp Dêsımlilerden himaye gören Ermeniler çıkıp konuşamıyorlar, yeni yetmeler ve piyon Dêsımliler de ketum akıllarına geldiği biçimde savuruyorlar. Hak iyilikle ıslah etsin ne diyelim…
Bu noktada tekrar Yusufhanlı Kamer Ağa ailesine dönecek olursak; Devletli ailesi Türk Devletinin kayıtlarında Ermeni olarak sarih iken, bir süre Elazığ’da ki Ermenilerin yanına sığınarak kurtuldular. Kurtulmalarından tabi ki sevinç duyuyorum. İyi ki kurtulmuşlar, Xızıra şükür ki soyları devam ediyor. Kamer Ağa ailesinin 41 nüfusu Golê Çhetu’da katledilip suya atıldılar. Kamer Ağa müebbet hapsinde cezaevinde öldü. Oğlu Fındık Ağa Elazığ’da idam edildi. 1938 soykırımından ‘Ermeni soykırımı’ türetmeye çalışan Kazım Gündoğan ve benzerlerinin ne denli gerçeği görme yoksunu olduklarının bariz kanıtıdır bu olay.
İşte ‘Vank ve Zımeq Ermenilerinin katledilmesinden 1938 soykırımının hedefinin ‘Ermeniler’ olduğu gibi sunmaya çalışan Kazım Gündoğan’ın cingöz tarihçiliğinin kaynağı Dêsımlilerin kurtardıkları Ermeniler arasında Dêsım’i terk etmeyen bazı ailelerdir. Vank Kilisesi ve Karabaş Keşiş ailesinin varlığını sürdürmesi Abasan aşiretine ve Seyid Rıza nın hâkimiyetine, Dêsım’in bahtına bağlıdır. Eski Dêsım’de mazlum, yetim dokunulmazdır. Aslında İrani ve Anadolu geleneğidir bu. Ermeniler 1915’ten sonra yetim ve mazlum görülmektedirler. Gerçeği de budur. Türkiye’de Hırant Dink kadar hiçbir katledilene sahip çıkılmadı. Bunun nedeni onun bir yetim, bir mazlum görülmesiydi. Tabi Agos ve çevresinin Rakel Dink dâhil pek de vefalı davranmadıklarını, özellikle Dêsım konusunda Ermeniciliğin ve ittifak odaklarının kirli oyunlarının figüranları olarak rol aldıklarını da biliyoruz.
YUVAL NOAH HARRARİ şöyle der; “Tarihte adalet yoktur.”
Evet, tarihi galip gelenler yazdıkça adaletsiz olduğunu biliyoruz. Ancak Dêsımlilerin kendi hayatlarını, memleketlerini tehlikeye atma pahasına korudukları kurtardıkları Ermeni artıklarının çocuklarının Dêsımlilere karşı bu denli adaletsiz, vefasız tutumlarına anlam vermek olanaksızdır. (Artıkları cümlesi aşağılama gibi anlaşılmasın. Tehcir felaketinden arta kalanlar anlamında kullandım) Sonuç itibariyle Vank, Seyid Rıza, Abasan aşireti ve Dêsım’in ulaşılmaz bölgesinde korunan bir yetimdi. Devlet hiçbir zaman oraya hâkimiyet anlamında ulaşamadı.
Seyid Rıza ‘ın kendisi, aşireti ve Dêsım’in önemli kısmı imha edildiğine göre, korumasında ki Vank kilisesi ve yakın bölgelerde kalan Ermeniler, kimi yerlerde yarıcılık yapan mazlumlar da Dêsımlilerle beraber katledildiler. Ermenilerin 1938 döneminde Peri, Mazgirt, Kığı ve başka yerlerde yaşayan aileleri vardı. Hiç kimse 1937 ve 38 de bu bölgelerde Ermeniler toplanıp katledildi diyemez. 1938 felaketi gelip çattığında, Mazgirt doğası Dêsımlilerin kanıyla kızıla boyanır. Sındam Deresi, Kösoğlu altı. Kasap Deresi, Şinawar Gediği, Seyit Sabun Balan Komu ve daha birçok yer. O tarihte Mazgirt te yaşayan on Ermeni aile net olarak bilinmektedir. Bu sayı on iki- on üç de olabilir. Bu ailelerin adlarını açıklamıyorum zira çocuklarına ulaşıp rızalarını almam olanaksız. Şimdi Sayın Gündoğan çıksın Mazgirt’ten Ermeni ailelerin 1937-38 de katledildiğini açıklasın. Mazgirt’te Haydaranlı, Demenanlı, Kureşanlı, Xıranlı, Baba Mansurlu, Seyid Sabunlu_Seyid Safi, hemen her aşiretten Dêsımli katledilirken Ermeniler katledilmemiştir. Burada söylemek istediğim şudur. 1938 soykırımı Alevi soykırımıdır. Bu inancın dışında planlı hedefte başka bir etnik yapı ya da inanç yoktur.
Kısacası 1937-38 Dêsım Alevi soykırımı olduğunu kimse inkâr edemez aksini kanıtlayamaz. Daha önce bundan ‘Kürt isyanı ve soykırımı’ çıkarma iddiasında olanlar vardı, şimdide ‘Ermeni soykırımı’ çıkarmaya çalışacak kadar bulanık kafalarla karşılaşmaktayız. Kazım Bey de bu tezlere dayanak oluşturmanın peşindedir.
Neden ‘Keşişin Torunları’ yazıldı gibi bir soru sormak asla ve asla aklımın köşesinden geçmez. Kazım Gündoğan daha Dêsımlileri katleden örgütlerin hayranı pervanesi iken ben Vank ve Karabaş Papazı yazdım. Bölgedeki Abasanlı yaşlılar Qerebasê Vanki derlerdi) Vankın Karabaşı. Terim yaşlılara aittir, aşağılayıcı falan değildir. ( Bkz. Dêsımra be Dare Estene Sey Rıza-Dersimden Darağacına Seyid Rıza 1996 Almanya. )
1990’da başladığım bu çalışmamın notlarını ve ses kasetlerinin ancak bir kısmını Almanya’ya 1993’te getirebildim. 1996 yılında yayımladım. O çalışmamda Vank kilisesi ve papazın ailesinin akıbetine değindim. Ancak ben tarihsel olaylardan becerebildiğim kadarıyla kesitler aktarmaya çalıştım. Ne insanların acılarını geçim kapısı yaptım ne de tarihsel olguları çarpıtarak şoven piyonlardan taltif ve menfaat beklemenin peşine düşmedim. O zamanlar okuru dahi son derece kısıtlı olan ana dilim Dımıli-Kırmanci-Zazaki ile yazdım.
Peki, sorun nedir? Sorun, yüz yıldan çok fazladır Dêsım üzerinde misyoner faaliyetleri yapanların, düzmece nüfus yoğunluğu gösterme çabalarıyla bir şeyler kotarmaya çalışanların nakaratlarını Kazım Gündoğan’nın ısıtıp yeniden sofraya koymasıdır.
Kalın harflerle yazıyorum. Keşişin ailesinin dramını kamuoyuna duyurması son derece değerli bir iş olarak benden de saygı görecekti. Ne yazık ki, Keşiş ailesi ve o çevrede ki Ermeni ailelerin yürek parçalayan dramlarının üzerinden Ermenicilerin resmi tezlerini inşa etmeyi hedeflemesi, çalışmanın saygın yanını gölgelemiş Dêsım’e ihanet çemberi örmenin hesabını yapanların hizmetine sunmuştur.
Tekrar Sayın Gündoğan’ın ‘tarih dehasına’ dönelim:
‘Bir noktanın altını çizmekte yarar var. Dersim her türlü tekleştirici anlayışın aksine; Ermenilerin, Kürtlerin, Kırmanç- Zazaların ve Türkmenlerin ortak yurdu olmuştur. İnanç bakımından da ağırlıklı olarak Kızılbaş, Hırıstiyan ve kısmen Müslümanların yaşadığı bir halklar yurdudur. (s.12)
Gündoğan bu belirlemesini hangi Dêsım’e oturtuyor? Bugünkü Türkiye haritasında altı hatta yedi ili kapsayan tarihi Dêsım coğrafyasını mı, yoksa bu günkü Tunceli, sınırları ile anılan merkezi Dêsımi mi kast ediyor? Bu belli değil. Gündoğan’a şunu söylemeliyim; bir insan bir memleketin sakinlerini sayarak onlara yurt olduğunu iddia ediyorsa, bu sakinlerden bir ırkın ‘’kaç bin yıllık’’ yurdu diyorsa, o etniğin ya da dinin hangi tarihi dönemler ve olayların akabinde orayı yurt edindiklerini söyleyecek kadar dürüst olmalıdır.
Bir gerçeğin altını peşinen çizeyim; Dêsım’de Hırıstiyanlığa ait ne kadar yapı kalıntsı, izi varsa, misyonerler, düzenbazlar bunu Ermenilere ait gösterme çabasındadırlar. Gündoğan’ın bunu bilmemesini ihtimal dâhilinde görmüyorum. Peki, bildiği halde neden böyle aktarıyor? İşte üzerinde durulması gereken nokta tam da budur!
Değerli okuyucular, bilenler bilir, bilmeyenlere de duyurmak isterim ki, Dêsım’de özellikle kiliselerin büyük çoğunluğu Roma ve Bizans’a aittir. Körler dünyası değil, tarih sarihtir, arkeolojik bulgular alenidir.
Şimdi birkaç örneğe bakarak kimlerin nasıl yurt edindiklerini görelim.
1. Asurlular: Dünya Asur gibi yıkım ve kıyımla ünlenmiş bir savaş makinası görmedi. Taa ki Nagazaki ve Hiroşima’ya Atom bombası atılıncaya kadar. Asurlular, Muzır Ülkesi Dêsım’i işgal etti de o işgalci savaş makinasının yurdu mu oldu Dêsım?
2. Roma ve Bizans:Tüm Anadolu’yu ezip boyunduruk altına aldı. Dêsım doğumlu Çimiskes Roma tahtına bile çıktı. Dêsım ve Anadolu Romalıların yurdu mu oldu?
3. Urartular: Dêsım’i işgal ettiler. Bölgede imar yaptılar, kaleler yollar, köprüler yaptılar da Dersim Urartu yurdu mu oldu?
4. Ermeniler Osmanlı imparatorluğu içinde ‘sadıkai millet’ ünvanıyla hizmet ederken, Osmanlının vahşi katliamlarla yakıp yıktığı Alevi yerleşim yerlerinden cazip olan ticaret merkezlerine sanat ve ticaret erbabı olarak yerleştiler. Dönem dönem zorluklardan kaçtılar Dêsımlilere, Alevilere sığındılar, korundular, kollandılar, kendilerini iyice garantiye almak için İqrar toplumuna ikrar oldular, Kivra dediler. Dêsım Ermeni yurdu mu oldu?
5. Araplar: İslam’ı işgal kılıcı olarak kullanarak coğrafyamızı kana bulayıp hâkim olma hevesleriyle sürekli seferler yaptılar, Arap yurdu mu oldu?
6. Moğollar: Çin setinden Ankara ya kadar kımıl sürüsü gibi önüne ne geldiyse yakıp yıkıp kuruttular nereler Moğol yurdu oldu?
Bu örnekler saymakla bitmez. Sonuç itibariyle binlerce yıldır Güneşi kıble kabul edip o Nura İqrar olan İqrar toplumunun yurdudur Dêsım. Elbette sayısız işgalcinin zulmüne uğradı. Bazı işgalcilerden geriye bazı artıklar kaldı. Bunlar yine Dêsım lilerin hümanizmasına dehalet ettiler. Kazım Gündoğan ve benzerleri şu coğrafyaya bakar gözlerler, algılar beyinlerle baksalar, kutsiyetleri baş tacı olan Baba dağları, Ana dağları, ana gölleri, Khalo Sıpê çeşmeleri ve doğamızın her karışında ki ziyaretlere baksalar, nehirlerimize baksalar kimin yurdu olduğu alenen bellidir. Birileri Fırat’a ‘zalim’ derken, bizim nenelerimiz Munzur suyunu ilkbaharın ilk sütüne maya olarak kullanırdı.
Sn. Gündoğan, senin o saydıkların ve sayamadıklarının tamamı geldiler gittiler. Kimileri yakarak yıkarak gelip gittiler. Kimileri yakıp yıkarak geldiler, yok olup silinerek def oldular. Ardlarında bazı taş parçalarında izleri kalanlar oldu ama hiçbir zalim işgalci Alevi coğrafyasına dağları, nehirleri gölleri, çeşmeleri taşıyıp getirmedi. İqrar coğrafyasının binlerce yıllık kutsal dağlarını, göllerini, nehirlerini, çeşmelerini yıkamadılar, taşıyıp da götüremediler.
Kimileri de Osmanlı Alevileri yakıp yurtlarını yıkarken “sadıkai millet” ünvanıyla kapı kulluğu yapmada kusur etmezlerdi. Ve onların yaptığı kapı kulluğunun akıbetini zavallı Ermeni halkı dramlara uğrayarak ödedi. Sonra Alevilere sığındılar, korundular, onlardan geldiğini iddia eden torunlar şimdi Dêsıme kan ve kin kusuyorlar.
Kalın harflerle yazmam gereken şudur.
İqrar coğrafyasının kutsal mekânlarıyla İqrar toplumu arasında duygusal bir bağ adeta genlere kodlanmış gibi devam ediyordu. Kıyımlarla sürgünlere sürüldükleri yaban ellerde bile duygularına kodlanmış adları oralarda köylerine verdiler. Kutsiyetler, mitolojiler, efsaneler, tarihsel derin temeller ve yaşama dair hayaller İqrar toplumunun binlerce yıl zulümkârlar karşısında direnmesine ve 1960’lara kadar ulaşmanın hayat kaynağı oldu. Şimdi İqrar toplumunun kendine özgün tarihsel değerleriyle varlığı tehlikededir. Peki, neden?
Asur dan daha korkunç bir savaş makinası mı geldi? Hırıstiyan ve Ermeni Kilisesinden daha yoğun yakım ve yıkım yapan din mi geldi? Emevi’den, Osmanlı’dan, Yavuz’dan, Timur’dan daha korkunç bir katliam barbarlığıyla mı karşı karşıyayız? Hayır, hiç biri değil.
İqrar toplumu, kendi çocuklarının vasıtasıyla hayallerinden, kutsiyetlerinden, toplumsal duyularının ortak kodlarından arındırıldı. Tükenişe yönelme böyle başladı ve hızla sürüyor.
Bu görevi sol ve Kürtçü siyaset yaptırdı, yapmaya devam ediyorlar. Burada Kürt siyaseti demeyip (Kürtçü siyaset dediğimi belirteyim) Bu siyasetlerin bir kısmının içinde her zaman gizli bir Ermenicilik parmağının rol oynadığını ve Dêsım tahribatında önemli etken olduğunu belirteyim.
Bir toplumun bireyleri ne olduklarını anlamaya çalışmak için gen testine gidiyorlarsa, o toplumda kafa bulanıklığı had safhaya varmış demektir. Kafa bulandırmanın en etkili iki yöntemi vardır. Biri şiddet diğeri yazınsal ve görsel virüsler. Kazım Gündağan Dêsım’e şiddet uygulama ekolüyle başlayıp, yazınsal ve görsel virüsler ekolünden bu tahribatı sürdürenlerdendir.
Gündoğan’ Her türlü tekleştirme’ gayretleri derken, Bu coğrafyanın asıl sahiplerinin çocukları olan bizleri işaret ediyor. Aynı zamanda bazı yerlere mesaj veriyor. ‘Bakın ha bunlar Dêsım’i sadece kendi ataları Alevilere ait gösteriyorlar tekleştiricidirler’. Bu konuda da sırtını güç odaklarına dayamayı ihmal etmiyor.
‘Söyleyebiliriz ki, Dersimli Ermeniler bölgede bu güne ulaşmış etnik grupların en eskisidir. Yukarı Fırat havzasında Urartu devletinin yıkılışından beri varlığı belirgin olan Ermeniler en az 2600 yıllık bir geçmişe sahiptir. Hititlerle komşu olan Kemah merkezli Hayasa uygarlığı Ermeniliğin eski yerleşik damarı olarak hesaba katılırsa, bu geçmişin 3500 yıldan daha uzun olduğu söylenebilir.” (s.13)
‘Tarihçimiz’ Kazım Gündoğan bu ‘tarihçilik dehasıyla’ Ermenilerden pahada yüksek bir ödül hak etmiştir. Ancak ödülü verenler ellerini ovuşturarak neler söyleyeceklerini de tahmin ediyorum ama yazmayayım.
Tabi günümüzün yeni yetme piyon Ermenileri şunu unutuyorlar. Onların atalarını korkunç risklere rağmen kurtaran Dêsım ilere karşı bu günkü tutumlarında vefanın hatta insanlığın zerresinin olmadığını hatırlatacak Dêsımliler varız ve ihanetçi olduklarını, ekmek yedikleri tabağa işeyecek kadar düştüklerini, suratlarına çarpmaya devam edeceğiz.
Sayın okurlar, dikkatinize sunmam gereken tespitlerden biri de, bu güne ulaşan etnikler arasında ‘en eskileri Ermenilermiş’.
Bu paragrafı okuyup geçemeyiz. Aslında bu paragrafla Gündoğan Dêsım’i (Ermeni ülkesi) olarak ilan etmektedir.
Yani M.Ö 2000, 2200 yılında İbrahim Peygamberin babası Azer Baba ile efsanesi anlatılan Muzır Bava’yı yok saydı Kazım Gündoğan.
Yani, M.Ö. 1274 yılına kadar Muzır dağının yörüngesine hâkim coğrafya da Hitit uygarlığı ile barışık vaziyette var olan Muzır krallığının Asur kitabesindeki kayıtlarını Gündoğan inkâr ediyor diye herkesin bilmemesi mi gerek.
Yani bu gün iki dinsel figürümüzün olmazsa olmazları Bava ile Ana olduğu gerçeğinden hareket edersek, Dêsım de çıkan binlerce yıllık Ana heykelciklerinin ve kültlerinin bizim atalarımıza ait olduğunu yok sayıyor ve bizim atalarımızın himaye ettikleri Kirkorlara, Serkislere mal ediyor memleketimizi. Peki, (en eski etnikler Ermeniler) olduğuna göre Dêsımli Alevileri nereye koyuyor? Gündoğan bu kısmı meçhul bırakmıştır. Kazım Gündoğan’ın incilerine cevap yazmaya devam edeceğim…
Not: Daha öncede belirttiğim gibi, memleketimin adını, orijinal şekliyle Dêsım olarak yazdım.
Mayıs 2017
Mehmet Gülmez
_____________________________________________________________
DÊSIMLİ DOSTLARDAN VE OKUYUCULARDAN ÖZÜR:
Kazım Gğndoğan 1 eleştirisi olaray yayımladığım yazıda iki hata yaptığımı fark ettim. Tunceli Ali Baba Mahallesine adı verilen Pirimiz rahmetlik Ali Baba’nın kabri eski adliyenin yanında değil, Kemero bel köyünün mezarlığındadır. Bu konuda beni uyaran Kudanlı Pirime teşekkür ederim. Rahmetlik Baki Devletli Rahmetlik kardeşleri ve saygın insan Rahmetlik Hüseyin Çolak Ermeni dostlarımızın sürgüne gönderildiklerini de yazım da eksik bırakmışım. Adlarını andığım Hakka yürüyen canların ruhları şad olsun.Dostların anlayışına sığınırım.