Dersim Edebiyatı
Ejma’nın Rüyası: O hüzünlü köyün hikayeleri
Tarihe karışan hiçbir şey yok olmuyor demek ki. Örneğin bu meseleyi Haydar Karataş, tarihin derinliklerinden çıkartıp hem de masallarla öykülerle tekrar önümüze getirmiş. Ağlayarak, merak ederek, öğrenerek ve ibretle okuyoruz.
Feride Cihan Göktan
” – Bir adam gördüm içindeki canavarı bağlamış ardı sıra sürüklüyordu. Yanına gittim,
–Amca, nereye götürüyorsun bu vahşi yaratığı.
–Masalcıya götürüyorum, biraz hikâye anlatsın, dinsin. Uyutmuyor geceleri.
Masallar, gerçeklerin o somut katılığını duygu dünyamıza ulaştıran büyülü anlatılardır. En çok da toplumları acıtan, yaralayan olayların, o kaba sabalıklarını incelten, yazarın dediği gibi içimizdeki canavarları sakinleştiren ve bütün bu öğretiyi nesilden nesile aktararak tarihin farklı bir şekilde akmasını sağlayan müzikli, şiirli bir nehir gibidirler. Tarih veya coğrafya kitaplarının o didaktik anlatımı yerine keşke masallardan öğrensek gerçekleri. Hiç günahsız sıradan insanların gözünden öğrensek neler olup bittiğini ve yenilgilerin acılarını. Dünya ne kadar güzel olurdu, kim bilir belki de özlediğimiz dünya barışına veya toplumsal barışlara çoktan ulaşmış olurduk. Belki…
Ejma’nın Rüyası. İşte tam buradan anlatılıyor. 1938 Dersim Olayı, oradaki sıradan insanların felaketi, halk masallarının hüzünlü ezgisi ile birlikte öyküleştirilmiş. Ağlamak için kitabı elimden bırakmak zorunda kaldım…”
Bu ay, okuma grubu ile birlikte Haydar Karataş’ın Ejma’nın Rüyası’nı okudum. Hiç tanımadığım bir yazar. Pek de bilmediğim bir konu. Biraz dağınık kalmış öyküler. Ve çok koyu bir hüzün. Böyle çok bilinmeyenli bir ortama hüzün de karışıyorsa biraz sersemliyor ve kitabı bir kere daha okumak zorunda hissediyorsunuz kendinizi. İkinci okuyuşumda da hüzün hiç gitmedi. Öyle çöreklendi kaldı yüreğimde. Yaşadığım ülkenin bilmediğim, hiç gitmediğim, görmediğim bir yerinde bir zamanlar 1930’lu yıllarda, bir şeyler olmuş. “O bir şeyler”, aslında zaman zaman hep kulağınıza çalınmış, hakkında bir şeyler duymuşsunuz ama bölük pörçük, hiç net olmayan, öyle sık sık da konuşulmayan ve hatta sanki üstü hep örtülmek istenen “bir şeyler” hakkında. Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de kalmasak da o köy bizim köyümüzdür. Çocukluğumun o en masum içtenliğiyle okuduğum bu dizelerinin gerçekle pek de bir bağlantısı olmadığını düşündüm ister istemez. Haceli köyü. Orada, çok uzaklarda, bilmediğim, görmediğim, gitmediğim. Farklı bir coğrafya. Farklı bir kader. Bizim köyümüz gibi değil. Tunceli’nin bir köyü. Yani Dersim’in. Haydar Karataş işte o şanssız köyün, Haceli Köyü’nün ve Dersim’in hüzünlü öykülerini anlatmış bu kitabında. Hem de usul usul. Yavaşça. İncitmeden. Masallar ile birlikte. Halk masallarına dayanarak, öykülerle 1938‘de o bilmediğimiz uzaklarda, neler olup bittiğini anlatmış. Kitap şöyle başlıyor:
– Bir adam gördüm içindeki canavarı bağlamış ardı sıra sürüklüyordu. Yanına gittim,
–Amca, nereye götürüyorsun bu vahşi yaratığı.
–Masalcıya götürüyorum, biraz hikâye anlatsın, dinsin. Uyutmuyor geceleri.
Masallar, gerçeklerin o somut katılığını duygu dünyamıza ulaştıran büyülü anlatılardır. En çok da toplumları acıtan, yaralayan olayların, o kaba sabalıklarını incelten, yazarın dediği gibi içimizdeki canavarları sakinleştiren ve bütün bu öğretiyi nesilden nesile aktararak tarihin farklı bir şekilde akmasını sağlayan müzikli, şiirli bir nehir gibidirler. Tarih veya coğrafya kitaplarının o didaktik anlatımı yerine keşke masallardan öğrensek gerçekleri. Hiç günahsız sıradan insanların gözünden öğrensek neler olup bittiğini ve yenilgilerin acılarını. Dünya ne kadar güzel olurdu, kim bilir belki de özlediğimiz dünya barışına veya toplumsal barışlara çoktan ulaşmış olurduk. Belki…
Ejma’nın Rüyası. İşte tam buradan anlatılıyor. 1938 Dersim Olayı, oradaki sıradan insanların felaketi, halk masallarının hüzünlü ezgisi ile birlikte öyküleştirilmiş. Ağlamak için kitabı elimden bırakmak zorunda kaldım dedi birlikte okuma yaptığımız bir arkadaşım. Bende de derin bir hüzün yanı sıra merak uyandırdı. İnternette yayınlanan Dersim belgesellerini seyrettim ve konu hakkında yazılanları okudum. Aradan geçen bunca yıla rağmen hala merak ettiğimiz, okuduğumuz, hüzünlendiğimiz bu olay, yıllar yıllar önce bir günlük bir gazetede bakın nasıl haber başlığı ile yazılmış:
Tarih: 17 haziran 1937. Perşembe. Son Posta Gazetesi. “Dersim Meselesi tarihe karıştı” (1)
Tarihe karışan hiçbir şey yok olmuyor demek ki. Örneğin bu meseleyi Haydar Karataş, tarihin derinliklerinden çıkartıp hem de masallarla öykülerle tekrar önümüze getirmiş. Ağlayarak, merak ederek, öğrenerek ve ibretle okuyoruz. Bu iş böyle… Geçmiş her olay özellikle unutulmak istenenler tarihe karışabilir ama yok olmuyor.