Alevilik
Tarihsel dokusu ile Xızır ve Xızır Orucu
Ölümsüzlüğe kavuşan Hızır’ın adı ile tutulan bu oruca, Dersim’de Rocê Xızıri yani Hızır Orucu denilmektedir. Peki, ne idi bu orucun nedeni?
Zonê ma zonê Xızıriyo, donê ma donê Xızıriyo (Sey Qaji)
Kadir BULUT
İnsanlık, kendini var etmeye çalıştığı yani kendini fark edip keşfetmeye başladığı günden bugüne hep bir ölümsüzlük peşinde olmuştur. Bir bakmışsınız dağa, taşa, güneşe… vb doğaya ölümsüzlük atfetmiş bir bakmışsınız; Tanrılar, Tanrıçalar yaratmış ve bunlara bu ölümsüzlüğü yüklemiş bir de bakmışsınız ki tüm bu yaratıklarının, kutsallıkları karşısında yine kendilerini anlamlandırmaya çalışıp; ölümsüzlüğü kendilerinde var etmenin meşru yollarını aramaya başlamış. İnsanlığın bu derin tarihsel seyrini anlamaya çalışanların başvurduğu kilit anahtarlardan biri de hiç kuşkusuz Hızır’dır. Bugün Hızır deyince, her ne kadar, dar ve sığ bir anlatımla karşı karşıya kalsak da Hızır’ın bu kilit anahtar özelliği hâlâ varlığını korumaktadır. Peki, neden bugün insanlığın tarihsel sürecinin anlaşılmasında bu kadar önemli bir role sahip olan bu kahraman, çok dar bir anlamda anlatılmakta ve insanlarında bu dar anlam içerisinde gerçek mana ile buluşulması engellenmektedir. Bunu da muhabbetimizin sonunda anlamlandırmaya çalışacağız. Müsaadeniz olursa çok sözümü esirgemeden sohbet etmek isterim. Çünkü Hızır’ın gerçek varlığı üzerinde konuşmak açıkçası biraz cesaret istiyor. Hele de içinde bulunduğumuz dönem itibari ile egemen anlayışların; kendi sömürü anlayışlarını ve düzenlerini meşrulaştırmak için, dini ve mezhepsel söylemlerini artırdığı ve bu söylemlerin tarafgirlik içerisinde insanların kimlikleştirilmeye çalışıldığı bu dönemde, inancın kendi simgeleştirdiği kavramları sınırsız anlatmak bir o kadar zorlaşmaktadır.
Cihan var olmadan, ketm-i ademde / Hak ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü, çünkü o dem’den/ yaptım tasvirimi nakkaş idim ben….( Şiri )
Simgeler ve sembollerle dolu Alevi-Kızılbaş inancında çoğu kez sır, simgenin içindedir. Tıpkı midyenin içinde saklanan inci gibi. Bu Simgelerin üzerini biraz üflediğimiz zaman göreceğiz ki aklımızı, büyük bir düşünce alemine götürecek bilgi ve mana ile karşılaşacağız. Genel anlamda baktığımız zaman ise Alevilikte ki sır “ Hak” ın sırrıdır. Evrenin içinde, evrenin dışında, insan içinde gizli olan bu sırrı arayıp bulma görevi, insana düşer. Sır “Hal ehli” olan kişinin işidir. Yani Kamil İnsanın işidir. Kamil insan aynı zamanda Hızır’ın mihman olduğu kişidir. Yani kamil insan Hızır’ın kendisinde var eden insandır. Peki, Hızır kimdir? Ne zaman yaşamıştır? Kimin çocuğudur? Yani bir anne babası var mıdır? Varsa kimdir? Asıl ismi nedir? Evlenmiş midir? Çocukları var mıdır? Nasıl ölümsüz olmuştur? Hızır sadece İslam alemine ait bir figür müdür? Gerçek midir? Hayal midir? Peygamberler ölümsüz olamamışken o nasıl olmuştur? Bunun gibi birçok soru uzar gider. Çünkü Hızır’ı konuşuyoruz. O tek Tanrılı dinlerde de çok Tanrılı dinlerde de Hümanist birçok felsefi akımda da kendi varlığını koruyarak günümüze kadar gelebilmiş, İnsanlığın gizemli yanıdır.
Ya Xızırê sate tenge / Ya Xızırê, hazıre nazır
Ya Xızırê, vayıro, azo xer, rısko xer/ Ya Xızır to esteka esta
Ya Xızır to himmete Heqa/ Ya Xızırê vayura mazluman..
( Ya Hızır, dar zamanın sahibi, Ya Hızır sen hazır nazır olansın. Ya Hızır, azığın rızkın bereketin sahibi, Ya Hızır, sen varsın. Ya Hızır, sen Hakkın himmetisin. Ya Hızır, mazlumların sahibi.)
XIZIR ( HIZIR )
Hızır ismi, Arapça kaynaklarda ‘ Hadr ‘ şeklinde yer alan ve Arapça kökenli bir olduğu kabul edilen bu kelime Türkçe de Hızır ve Hıdır biçiminde kullanılmaktadır. Hadr “ yeşil, yeşilliği fazla, çok olan yer “ manasında ki ‘ahdar’ ile eş anlamlıdır. Bazı İslami kaynaklarda bu ismin, kuru yerde oturduğunda altında otların yeşerip dalgalanması ( Buhari, “ Enbiya” .29) nedeni ile verildiği kaydedilmektedir. Bununla birlikte Ahdi Atik’te yer alan “ adı filiz olan adam” ( Zekeriya,6/12) inancının etkili olduğu da ileri sürülmüştür. Hızır isminin İlya’nın, Arapça’laşmış şekli olan Belya olabileceği de iddia edilmiştir. Tüm bu genel yaklaşımlarla birlikte etimolojik köken açısından, Xızır/Hızır sözcüğünü Mezopatamya’nın kadim halklarından olan Hurrilerin dilinde, bir Tanrı ismi olan Hazzi’ye dayandığına dair görüşlerde bulunmaktadır.
İsmi ile birlikte varlığına dair iddialar ve tartışmalar da devam etmektedir. Resmi İslam kaynaklarının çoğunda, kendisini daha çok söylencelerde duyumsatan ve yaşatan bir peygamber olarak bilinmektedir. Kendisinin yaşamı ile ilgili kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, tarihi olaylar çerçevesinde bazı yaklaşımlar sergilenmiştir. Mesela, M.Asım KÖKSAL’ın akademik düzeyde hazırladığı ” Peygamberler Tarihi” n de hep rivayetler ile Hızır Peygambere değinilmekle birlikte şu bilgileri de aktarmaktadır: “ Rivayete göre; Hızır Aleyhisselam’ ın soyu: Belya( veya İlya) b. Milkan,b.Falığ,b.Abir,b.Salih,b.Erfahşed, b.Sam, b. Nuh Aleyhisselam olup babası büyük bir kraldı. Kendisinin; Adem’in oğlu olduğu veya Ays b. İshak’ın oğullarından olduğu veya İbrahim peygambere iman edip, Babilden onunla birlikte hicret edenlerden birisi olduğu yada Farslı bir babanın oğlu olduğu, Kral Efridun ve İbrahim peygamber zamanında yaşadığı, büyük Zülkarneyn’e kılavuzluk ettiği, İsrailoğulları krallarından İbn.Emus’un zamanında İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderildiği halen sağ olup her yıl İlyas Peygamberle buluştuğu söylenir.
Genel olarak bakıldığında Hızır’ın gerçek isminin; Milkan olduğu, Hızır isminin bir künye lakap olduğu ve Nuh peygamberin oğlu Sam’ın soyunda geldiği dair yaklaşımlar varlığını devam ettirmektedir. Peki, evlenmiş midir? Bu konu da iki görüş bulunmaktadır: birinci görüş; evlenmemiştir. İkinci görüş ise; evlenmiş fakat evlendiği kadınlarla birlikte olmamış ve bunun doğal bir sonucu olarak da çocuğu olmamıştır. Hızır’ın yaşadığı dönemle ilgili tartışmalara İslam alemi, Kur’an’nın Kehf Suresinde geçen bilgi kapsamında cevap verir. Bu bilgiye göre Hızır Musa peygamber zamanında yaşamıştır ve bir Nebidir. Fakat insanlık tarihi serüveni kapsamında bakıldığı zaman İslami bu referans realitesini yitirmektedir. Dediğimiz gibi, Hızır’ın kimliği hakkında bahsedilen birçok tartışma halen belirsizliğini koruya dursun, var olan bir gerçek var ki o da: Hızır’ın hâlâ yaşadığı ve hâlâ insanların üzerinde büyüleyici bir etkisinin olduğudur.
XIZIR’IN AB-I HAYAT’I BULMASI VE HIZIR OLMASI
Hızır’ın ab-ı hayatı, kısacası ölümsüzlük suyunu bulması konusunda birçok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetler tarihte birçok destan ve öykü ile de benzerlik göstermektedir. Gılgamış Destanın kahramanı Gılgamış, arkadaşı Engidu’nun ölümüne çok üzülür ve ölümsüz olmayı düşünür. Arayışa girmeye başlar. Ölümsüzlüğün gizini bilen Utnapiştum’u bulmaya çalışır. Aynı arayış, İskender ile Hızır birlikteliğinde de görülür. Bu birliktelikle ilgili birçok rivayet bulunmaktadır. Biz bu rivayetlerin genel anlatım ortaklığında hareket edersek; Rivayete göre “ İskender-i Zulkarneyn ab-ı hayat suyundan içenin ebedi yaşama ölümsüzlüğe sahip olacağını öğrendiğinde, Zulumat’ a çok sefer düzenler. Bu seferlerin birinde yanında Hızır ve İlyas da bulunur. Bu seferde Hızır ve İlyas Ab-ı Hayat suyundan içmeyi başarmışlardır. Bengi suyuna kavuşmak için acele eden Zulkarneyn bu isteğine Hızır ve İlyası da ortak eder. Zulumat’ta iki çerağ bulurlar. Birini Zulkarneyn kendisine alır diğerini ise Hızır ile İlyasa verir. Bu çerağ karanlıkta yollarını görsünler diyedir. Hızır ile İlyas karanlıkta yürürken nurdan bir su görürler. O sudan ellerini ve yüzlerini yıkarlar. Susuzluklarını gidermek içinde bu sudan içerler. Karınları acıkmış ve yanlarında yemek için getirdikleri balığı yemek için çıkarırlar. Ellerinde damlayan su balığın üzerine düşünce balık hayat bularak, canlanır ve yüzerek ab-ı hayat suyunun içinde kaybolur. İkisi de büyük şaşkınlık içerisinde birbirine bakarlar. Aradıkları Ab-ı Hayat suyunu bulmuşlardı. Tekrardan bu sudan içip içinde yıkanırlar ve ebedi hayata kadem basarlar. “Artık Hızır ve İlyas ölümsüzdürler. Bu çerçevede birçok rivayet bulunmaktadır.
HIZIR ORUCU
Ölümsüzlüğe kavuşan Hızır’ın adı ile tutulan bu oruca, Dersim’de Rocê Xızıri yani Hızır Orucu denilmektedir. Peki, ne idi bu orucun nedeni? Hızır orucunun kaynağı yine Hızır ile başlar. Bu orucun kaynağı ile ilgili olarak cemlerde pirlerimizin anlattığı; Hz. Ali ve Hz. Fatıma Ananın oğulları İmam Hasan ve Pir İmam Hüseyin’in hastalanmasına bağlı olarak Hz. Muhammedin önerisi üzerine üç gün tuttukları ve üç gün boyunca kapıya yetim, fakir ve esir kılığında gelen Hızır ve bunun sonucunda hasta olan çocuklarının iyileşmesine binaen Ehl-i Beyt sevenlerinin tutuğu söylenilen Nezir yani şükür orucudur. Tarihsel bu anlatımın dışında, birde Hızır’ın bizzat kendisinin Ab-ı Hayat suyunu bulması ve Hakk’ın katında İlm-i Ledün verilip Nebilik makamına ulaşmasından dolayı tuttuğu üç günlük oruçtur. Üçüncü gün yani Cuma akşamı bir sofra indirilmiştir kendisine bu sofrada Qawut (gavut) denilen kavrulmuş buğday ve su sunulmuştur. Bugün Dersimde hâlâ Hızırlar da Qawut yapılmakta ve komşulara dağıtılmaktadır. Burada bir ayrıntıya dikkat çekmek isterim; aslında Qawut (gavut) , çok önemli bir simgedir. Çünkü Adem’in cennette kovulmasının inancımıza göre asıl nedeni, Havva’nın yasak elmayı yemesi değil; buğdayı yemesidir. Hızır’ın da buğdayı sevmesi ve özellikle çiğ buğday değil de kavrulmuş buğdayı yemesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu vurgulamadan geçmek istemedim. Bu simgeselliği başka bir zamana bırakıp, tekrardan konumuza dönersek; Hızır Orucun tutulmasının anlatılan bu nedenselliklerinin dışında, Dersim Rae Haq inancının kendine has bir anlatımı vardır ki bu tutulan üç günlük oruca bambaşka bir sayfa açmaktadır. Bu farkındalık da Sılo Qız’ın 1998’de verdiği bir röportajda karşımıza çıkmaktaydı, o da şuydu: aslında üç tane Xızır vardır. Bunlar; Xızro Xelas, Xızıro Nebi, Xızıro İlas. Orucun üç gün tutması bunlara bağlanır. İnanca göre Xızır, bütün hareketlerinde serbesttir. Bunun nedeni de şöyledir:” Dara düşen herkes, Xızır’ı çağırır ve o da imdada yetişirmiş. Bu durumdan rahatsız olan Melekler durumu Tanrıya bildirir ve dara düşenlerin, Tanrı yerine Xızır’ı çağırdıklarını söylerler ve bu durumdan rahatsız olduklarını Tanrıya bildirirler. Tanrı, bundan haberdar olmadığını, gerekeni yapacağını söyler ve Cebrail’i Xızır’ı huzuruna getirmesi için yollar. Cebrail, Xızır’ın yanına gider ve Tanrı’nın kendisini çağırdığını söyleyip, Xızır ile birlikte geri döner. Xızır’ı Tanrının huzuruna çıkarırlar. Tanrı, anlatılanları Xızır’a sorar. Xızır anlatılanların doğru olduğunu onayladığı sırada, aniden elini bir şeyi kaldırır gibi havaya kaldırır. Tanrı, ne yaptığını sorduğu anda, Xızır; ‘ bir geminin fırtınaya tutulduğunu ve batmak üzereyken kendisinden yardım istendiğini ve kendisinde gemiyi kurtardığını söyler. Tanrı, bakar ki gerçekten fırtına içinde kalmış bir gemi görür, bir şey olmamış gibi yoluna devam ettiğini görür. Bunun üzerine Tanrı meleklerine dönerek: ‘ Xızır serbesttir, istediğini yapabilir der.” ( ÇAKMAK, Hüseyin, Haziran 2013,s.126)
Alevi-Kızılbaş inancının kendine has bir orucu olan Hızır orucu her yıl aynı tarihlerde tutulmaktadır. Bu oruç, Muharrem yani On İki İmam orucu ( Roce Desu Dı İmamu) gibi Hicri takvim hesaplanmasına tabii tutulmaz. Her yıl, aynı ay ve günlerde tutulur. Hızır Orucu her yıl Ocak Ayının 13’den sonraki ilk Salı-Çarşamba ve Perşembe günleri tutulmaya başlanır; Şubat ayının ikinci haftası yani 13 ünden önceki Salı-Çarşamba ve Perşembe günleri tutularak sonlandırılır. Son yıllarda bazı Alevi sivil toplum kurumlarının girişimleri ile Hızır Orucu her Şubat Ayının ikinci haftası Salı-Çarşamba ve Perşembe tutulması noktasında görüş birliğine varmış olsalar da insanların çoğu hâlâ ecdatlarından gördüğü usulden oruçlarını tutmaya devam etmektedirler. Bununla birlikte özellikle Dersim başta olmak üzere, doğu Alevi-Kızılbaşlarında bir aya yayılan bu orucu her aşiret ayrı haftada tutar. Bunun nedeni olarak coğrafi ve iklim koşullarının yarattığı ulaşım sorunlarından kaynaklandığı gibi Hızır’ın her hafta ayrı aşiretlere misafir olduğuna ve onların sorunlarını çözdüğüne dair olan inançsal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Oruç tutanlar, gönüllerindeki bir muradın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmek için Perşembe yani Cuma akşamı su içmeden yatarlar ve rüyada o muradının ne olacağını görürler. Yerel anlamda birçok geleneksel inanç uygulamaları birlikte Hızır inancı ve orucu hâlâ devam etmektedir.
Tüm Bu bilgiler ışığında Kur’an da ki Hızır anlatımına Alevi- Kızılbaş inancı ile bir bakış
Kur’an’da Kehf Suresi 60. Ayeti ile başlayıp, 82. Ayeti ile biten Hızır ve Musa peygamberin buluşması ve birlikte geçirdikleri yolculuktan bahsedilmektedir. Bu anlatımı yazıldığı gibi anlamaya çalışması bu anlatımın arka planını ve mesajını yok etmektir. Çünkü anlatım zahiri açıdan birçok çelişkiyi bir o kadar da soru işaretlerini yaratmaktadır. Peki, ne anlatılmakta bu ayetlerde. Bu ayetleri uzun uzun yazmayacağım. Bizim amacımız mana boyutu. Bu ayetlerde anlatılan olay şöyledir:” Bir gün Musa İsrailoğullarına vaaz ediyordu. Musa şeriat ilminde çok ileri idi. Şeriat ilmi zahiri yani görünen boyut. Bu vaazdan sonar Musa’ya Allah , “Ey Allah’ın peygamberi, bu zamanda senden daha fazla ilmi olan kul var mı? “ Diye sorar. Musa da “ Dünya da başka biri yoktur ki benim kadar ilim sahibi ola.” Der. Cenab-ı Hak’ta “ Ya Musa dünyada bir kulum vardır ki ilmi senden çoktur.” der. Musa da: “ Rab onu göster, ondan ilim alayım” Hak da Ya Musa senin tamın, o kulumu sana gösterecektir. Musa Hakk’ın ne demek istediğini anladı ve Yuşa’yı çağırdı ve ona dedi ki: “ Ben Mecmu al Bahreyn’e ( iki büyük denizin birleştiği yer) varmayıncaya kadar rahat yok. Bize azık hazırla yola çıkalım. Birlikte yola koyulurlar. Hayli vakit gittikten sonra yorulurlar, Musa denizin kenarında bir taşın üzerine çıkıp uyudu. Yuşa azığında getirdiği balığı yemek için çıkartır. Balığı yemeden önce ellerini yıkar ellerinde damlayan su balığa damlar. Aniden balık canlanır, suya atlayıp yok olur. Yuşa o kadar yorgundur ki bu olayı Musa’ya anlatmadan o da uyur. Sabah olunca Musa, Yuşa’yı kaldırıp ve yola koyulurlar. Öğle vakti olunca Musa, Yuşa’dan balığı çıkarmasını ister. Yuşa’da dün yaşadığı olayı anlatır. Musa aradıkları yerin ora olduğunu anlar hemen geri döner. Geri döndüklerinde iki denizin buluştuğu yerde, Hızır’ın taşın üzerine oturduğunu taşın etrafının da yeşillendiğini görür. Hemen yanına varır. Musa “ Ben Senden ilim öğrenmeye geldim.” der. Hızır da sen bana sabredemezsin der. Bilmediğin bir şeye sabır edemezsin? Musa da; “ Ben sabrederim der. “ Hızır da “ Mademki sabredip talip olacan, benden cevap gelmeyinceye kadar sakın bana soru sorma, dedi. Musa da ikrar verdi Birlikte yola koyulurlar. Bir süre sonra Hızır bir gemiyi deler, Musa da “ İçindekileri boğmak için mi deldin? Vallahi korkunç bir iş yaptın.” Hızır da Musa’ya ben sana demedim mi? Benimle beraberliğe dayanamazsın. Musa da “ Unuttum. Bana zorluk çıkarma da yolumuza devam edelim.” Der. Yine yola koyulurlar. Bir süre sonra bir erkek çocuğa denk gelirler. Hızır; o çocuğu öldürür. Musa: “ Tertemiz bir cana durduk yere öldürdün. Vallahi korkunç bir iş yaptın.” Der. Hızır, tekrar Musa kızar, Musa özür diler tekrar yola koyulurlar bir kasabaya gelirler. O kentte yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı Hızır onarır. Musa da isteseydin bunun karşılığında bir ücret alabilirdin” der. Bunun üzerine Hızır, işte bu benimle senin arasının ayrılmasıdır. Bunla üç kez oldu ve sen sabredenlerden olmadın. Şimdi sana tahammül edemediğin üç şeyin iç yüzünü haber vereyim. “Gemiden başlayalım. O gemi denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Onu kusurlu hale getirdim. Çünkü biraz ilerlerinde zalim bir kral vardı. Tüm gemilere zorla el koyuyordu. Oğlan çocuğa gelince, onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları inkara sürükleyeceğinden korktuk. Ve duvar, duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlana aitti. Altında onlara ait bir define vardı. Oğlanların babası da iyi biri olarak yaşamıştı. Rabbin istedi ki o çocuklar ergenliğe ulaşsınlar ve o defineyi çıkarsınlar” . Kur’an’da ki anlatılan olay kısa böyle anlatılmakta. Peki, bunun manasal boyutu nedir? Şimdi Kısaca onu anlatalım: “ İki denizden maksat, şeriat ve hakikat ilmidir. Şeriat peygamberlerin, Hakikat ilmi yani ilm-i ledün ise velilerindir. Hızır’ın iki denizin birleştiği yerde olması ikisine de sahip olduğu anlamındadır. Geminin delinmesi, aslında Musa’nın beden gemisidir. Hızır delinmemiş bir gemide irşat nasıl yapılır ki der ve öncelikle Musa’nın kapalı gönül gemisini deler. Artık Musa’ nın şeriati bedenine hakikat ilmi dolmaya başlamıştır. İmam Cafer-i Sadık Buyruğunda dört kapıyı anlatırken “ Şerait gemisine bineceksin, tarikat denizine açılacan, marifet dalgıcı olacaksın ve hakikat incisini bulacaksın.” dediği manada, İnsanın bedeni su içerisindedir. İnsanın bedeninin dörtte üçü sudur. Tarikat denizine açılmak insanın bedenini tanıma seferidir. Kendini bilen Hakkı bilir. Marifet dalgıcı insanın aklıdır. Akıl ilimle dalar denize, hakikat incisi, insanın gönlündeki Hak’tır. Hızır’ın sokakta ki çocuğu öldürmesi ise nefsini öldürmektir. Nefis çocuğunu öldürmeyenler, rahmet çocuğunu elde edemezler. Aynı zamanda çocuğun öldürülmesi, cüzi ruh mertebesinden Külli ruh mertebesine ulaşılmasıdır. Duvar ise, insanın beden duvarıdır. İnsanın beden duvarını sağlam ve doğrulukla örmelidir. Duvarın düzeltilmesi karşısında ücret alınmaması, yaptığın iyilikleri karşılık beklemeden yap. Duvarın dibindeki define ise insanın bedenin içinde sır olarak kendini var eden Hak’tır.
Hızır, çark eder gelir/ Cümle alem seyran eyler
Hızır’ a bir niyaz eyledim/ Cümle Hakikat sırları beyan eyler(…)
Ölümsüz Tanrılar karşısında insanlığın ölümsüz, meşru imzası; Hızır!
Bu bölüme kadar genel bilgiler vermeye çalıştık. Şimdi ise işin özünü biraz anlamaya çalışalım. Asıl hakikat neydi? Bu kadar anlatımın arkasında yatan gerçeklik ne idi?
Tarihin en tartışmalı ve bir o kadar merak edilen bir kahramanı olan Hızır olgusunun ilk kez Mezopotamya da görüldüğünü görmekteyiz. Mezopotamya, batılıların deyimi ile: “ iki ırmak arası” medeniyet. Xızır inancında da önemli bir inançsal olguda Hızır’ın iki suyun birleştiği yerde mekan tutmasıdır. Bu tesadüf olmasa gerek? Bugün Dersim merkezdeki Gola Çetu ziyareti, Hızır’ın mekanı olarak bilinir ve ne ilginçtir ki orda da iki akar su birleşir. Hızır’ın mekanları denilen ziyaret yerlerine baktığımızda genelde bir su kaynağı bulunmaktadır? Su, Hızır ile bütünleşmiş bir olgu olarak karşımıza çıkar. Ne ilginçtir ki Tanrı insanı yaratırken ve bunu Kutsal kitaplarında anlatırken; insanı bir damla su ile özdeşleştirmiş ve ondan var etmiştir. Aslında Hızır inancı çok derin şifreleri kendi içinde sır edip bunu da simgeleştirerek karşımıza çıkar. İnsanı bir damla su’dan yani spermden yaratan Tanrı, bu bir damla suyu ana rahminde başka bir su ile buluşturmaktadır. Yani babadan çıkan sperm ana rahminde anneden salgılanan sıvı ile birleşmektedir. İşte tam da bu nokta da zigot yani ‘ can ‘ oluşmaya başlar. Hızır, yani su da başlayan ölümsüz hayatın ta kendisi. 15 Milyar yıllık bir süreci, en ince ayrıntılarına kadar inceleyen bilim adamları, ilk canlıların 340 milyon yıl önce denizlerde görülen bitkilerdir, demesi, Hızır inancında tesadüf olmasa gerek? Bu ve buna benzer tarihsel birçok benzerlikleri sıralaya biliriz. Tam da bu nokta da sorulması gereken en can alıcı soru şu: Hızır, neden her özelliği ile tek olmayı ve eşi benzeri olmayan Tanrının özelliğini çalmak istesin ki? Bu klasik din anlayışlarına göre, tamamen şirk değil mi? Tanrı peygamberlerini özel yaratmışken ve özel yarattığı kullarını seçerken bile onlara böyle bir özellik vermemiş olmasına rağmen; Hızır’a, Ab-ı Hayatın yerini göstermiş ve ondan içmesine izin vermiştir. Tam da burada iki yorum bizi karşılar; ya Hızır dediğimiz Tanrı’nın ta kendisidir ya da Hızır insanın Tanrı olduğu makamdır. Alevi-Kızılbaş inancında Kamil İnsan figürüne baktığımız zamanda çok da uzak olmayan bir yorum. Kim ölümsüz olmak istemez ki? Zaten insanların Tanrı ile tanışmasının en önemli nedeni de ölüm ve sonrası muamma değil mi? Aslında tam da bu noktada Hızır meraklara çare olmuş. İnadına ölümsüzlük demiş ve bütün Tanrılara inat sonsuz yaşamın kimliğinin adı olmuş. Hızır, tarih öncesi birçok Tanrı ve tanrıçanın da görevlerini kendisi üstlenmiştir. Bunları yaparken gayet meşru bir dille kendini sosyal ve inançsal hayatta var ettiğini de görmekteyiz. Halac-ı Mansurun, Ene’l Hak anlayışını kafirlik sayan ve katlini meşrulaştıran anlayış, Hızır inancında ise bir sessizliğe bürünmüştür. Onların Mansur’a baktığı nokta da Hızır’ın katli de vaciptir. Ama içlerinde ki yüzleşemedikleri ölümsüzlük isteğini cennet inancı ile susturmanın karanlığından olsa gerek acizlikleri ile baş başa kalmışlardır. Ya da onlarda beyinlerinin arkasında ki ölümsüzlük isteğinin meşru kahramanına dokunmak istememişlerdir? Kim bilir belki de onlarda cennette yarattıkları ölümsüz hayatın dünyadaki somut ve direnişçi kurtarıcısı Hızır gibi olmak istemişlerdir. Dediğimiz gibi kim Hızır olmak istemez ki? Zerdüşt bile Avestada ki Gathalarda, Ahura Mazda dan; “ Geçmişte olanlardan ve gelecekte olacaklardan bana haber ver.” diyerek bugün ki deyimle İlm-i Ledün’ ü yani Hızır’ın ilmini istemiştir. Zerdüşt’ün kitabı Avesta da dokuz önemli kutsama bulunmaktadır. Bu kutsamaları incelediğimizde Hızır olgusu ile karşılaşmaktayız. Mesela, Tabiat anayı kutsam; bu toprağı kutsamaktır. Yine Hayat suyunu kutsama; bu suyu kutsama ve suyu canlılığın merkezine koymaktadır. Hayatın Babasını kutsama; bu güneşi kutsamaktır. Sonsuz yaşamı kutsama; yaşamak evrensel bir eylemdir. Yaşam hep devam eder. Hayatın sahibini kutsama, bu her şeyin sahibi insanı kutsamaktır. Yaşam ışığını kutsama, bu insanın ürettiği değerlerdir. Yaşamın ateşini kutsama, bu insanın tenin ve ruhunun temizliğine götüren iç enerjiyi kutsamaktır.
Hızır, yüzyılları aşan ölümsüz bir kutsal kahraman ve insanlığın hep gizli kalmış gerçekliği. Hızır, öyle derin manaları kendinde toplamıştır ki hangi noktadan başlasak bir sonraki konuya kapı aralamaktadır. Hızır inancının özünde bir Tanrısallık ve doğaya insana can veren bir enerji, diğer bir deyimle yaratıcı ve koruyucu nurdanlık görüyoruz. Metin Bobaroğlu, Hızır konusundaki bir söyleyişte şöyle özetliyordu: “ Hızır aslında suda doğmuştur ama güneş ışınlarıyla doğmuştur. Çünkü Musa aslında Mose “ Sudan gelen, sudan çıkan “ anlamındadır. Güneşin ışınları toprağa geldiği zaman birçok şeye enerjisini vermiştir; maddî dünyamızda birçok şeye enerjisini vermiştir ama bir tek yerde hayat oluşmuştur, o da “klorofil”dir. Klorofil yeşildir ve su ile fotosentezden oluşmuştur; güneş ışınları suyu döllemiştir. Suyun içindeki ilâhî bellek – tasavvufta “Allah’ın indindeki ilim” diye söylenir– hayata dönüşmüştür; yeşil, Hızır olmuştur. Bu bağlamda, Hızır, Hadr’dır yani yeşildir yani değerlerdir. Hızır ile ilgili Kur’an da anlatılan kıssa batini anlamda incelendiğinde ise yani anlamsal arka planda Hızır, Musa’nın teyyalünde ki Tanrı olarak karşımıza çıkar.” Tüm bu kutsamalar bir bütün olarak Hızır varlığı ile karşımıza çıkmaktadır. Hızır ile ilgili inanıyorum ki herkesin düşünce dünyasında bir bilgi, bir sonsuz bekleyiş bulunmaktadır. Dersim de yaşayan Pir Yaşar’ın dediği gibi: “ Evlat, her insanda bir Hızır bulunmaktadır. Ama sadece kamil olanlar, kendinde ki Hızır’ı açığa çıkarırlar. İşte o zaman o kişi; mazlumun, öksüzün, yetimin ve zulme uğrayanın beklediği Hızır misali onların diline ve rengine bürünür. Evladım, o an, o mazlumun rengine bürünüp ona el uzatandır, Hızır.”
Evet, söz böyle uzayıp gider bizde sözümüzü daha fazla uzatmadan, Hızır orucu tutan canların oruçları Hızır’ın katında kabul ola. Zone ma Zoane Xızıro diyerek, Hızır’ı bizden eylen yani mazlum bir halktan eyleyen, Sey QAJİ’nin dediği, Hızır’ın diliyle de dersek; Ya Xızırê Sata tenge, tora Kême rıza u mınete. Hometa ho tengede meverde, hete jü de ki ma u aze ma.
Unutmayalım ki Hızır, Mazlumun evrensel dilidir. Nerde mazlum varsa bil ki Hızır, o dilde ve o renktedir. Çünkü Hızır, insanı sömüren her türlü egemen anlayışlara karşı mazlum insanın susmayan çığlığıdır. Şimdi başa dönersek, neden Hızır’ın gerçek manası ile öğrenilmesi engellenmektedir, bunu azda olsa aydınlatabilmişsek ne mutlu bize. Aşk-ı Muhabbetle kalın. Hızır yar ve yarenimiz olsun.