Haberler
Meclis’te Cemevi için Açılan Dava Reddedildi! – VİDEO
Dersim milletvekili Hüseyin Aygün’ün TBMM’de Cemevi açılması talebiyle ilgili açtığı dava mahkeme tarafından ret edildi.
Dersimnews.com/Ankara – CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün, 2012 yılında Meclis’te cemevi açılması için Meclis Başkanlığı’na başvurdu. Meclis, Aygün’ün cemevi talebini ret etti. Aygün Meclis’in verdiği ret kararını yargıya taşıdı. 1 yıldır süren davada mahkeme nihai kararını verdi.
Ankara 6. İdare Mahkemesi‘nde görülen dava ret edildi. Mahkeme, Meclis’te cemevi açılmasının hukuken mümkün olmadığına, Meclis’te cemevi için yer tahsis edilmesinin ayrımcılık olarak yorumlanacağına hükmetti.
“CEMEVİ TALEBİ LAİKLİK KARŞITI HAREKETMİŞ”
Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği skandal kararda cemevi talebini laiklik karşıtı hareket olarak yorumlandı. Tekke ve Zaviyeler Kanununu gerekçe göstererek, cemevlerinin resmi olarak ibadethane olamayacağı kararına vardı.
AYGÜN’DEN BASIN AÇIKLAMASI
Mahkemenin verdiği ret kararını değerlendiren Hüseyin Aygün, Meclis’te bir basın toplantısı düzenledi.
İŞTE MAHKEMENİN VERDİ KARAR:
T.C. ANKARA 6. İDARE MAHKEMESI
ESAS NO : 2012/1360
KARAR NO : 2013/1533
DAVACI : HÜSEYİN AYGÜN
[VEKİLİ] : AV. CİHAN SÖYLEMEZ
DAVALI : TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI / ANKARA
DAVANIN ÖZETİ : Milletvekili olan davacı tarafından, Alevi inancına sahip kişilerin ibadetini yapabilmesi için cemevine ihtiyaç olduğu bu kapsamda meclis bünyesinde bir yer tesis edilerek yapılacak cemevinin hizmete açılması için işlemlere başlanması yolundaki başvurunun reddine ilişkin 06.07.2012 tarihli ve 180-75647 sayılı TBMM Başkanlığı işleminin iptali istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ : Anayasanın 2, 10, 24 ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun hükümleri çerçevesinde davacıların taleplerinin yerine getirilmesine hukuken olanak bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Ankara 6. İdare Mahkemesi ‘ nce dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
Dava; Milletvekili olan davacı tarafından, Alevi inancına sahip kişilerin ibadetini yapabilmesi için cemevine ihtiyaç olduğu bu kapsamda meclis bünyesinde bir yer tesis edilerek yapılacak cemevinin hizmete açılması için işlemlere başlanması yolundaki başvurunun reddine ilişkin 06.07.2012 tarihli ve 180-75647 sayılıTBMM Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
T.C. Anayasanın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu, 5. maddesinde; “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” olduğu belirtilmiş, 10. maddesinde; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir……Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” hükmüne yer verildikten sonra 24. maddesinde; “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” hükmü getirilmiş ve 15. madde de din ve vicdan özgürlüğünün olağanüstü hallerde dahi sınırlanamayacağı ayrıca belirtilmiştir.
Anayasanın 136. maddesinde yer verilen “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” hükmü uyarınca çıkarılan 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1. maddesinde, İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığının kurulduğu, 35. maddesinde “Cami ve mescitler Diyanet İşleri Başkanlığının izni ile ibadete açılır ve Başkanlıkça yönetilir. Hakiki ve hükmi şahıslar tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış bulunan cami ve mescitlerin yönetimi üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığına devredilir. Diyanet İşleri Başkanlığınca buralara imkanlar nispetinde kadro tahsis edilir. Kadro tahsis edilinceye kadar buralarda görev yapanların mesleki ehliyetleri ile ilgili esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir.” kuralı yer almıştır.
Öte yandan, Anayasanın 174. maddesinde, “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” hükmüne yer verilmiş anılan maddenin 3. fıkrasında yer alan “ 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’un 1. maddesinde ise ; “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf suretiyle gerek mülk olarak şeyhının tahtı tasarrufunda gerek suveri aharla tesis edilmiş bulunan bilümum tekkeler ve zaviyeler sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları baki kalmak üzere kamilen seddedilmiştir. Bunlardan usulü mevzuası dairesinde filhal cami veya mescit olarak istimal edilenler ipka edilir. Alelümum tarikatlerle şehlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadiyle nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur…” hükmüne yer verilmiştir.
Yine Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacı milletvekili tarafından Alevilerin TBMM de ibadetleri için cemevi açılması ve bunun için yer tesis edilmesi istemiyle davalı idareye başvurduğu, başvurunun reddi üzerine, başvurunun reddine ilişkin işlemin, anayasa ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu, idarenin kendilerine karşı çifte standart uyguladığı, idarenin alevi inancını tanımlama hak ve yetkisinin olmadığı, diyanet işleri başkanlığının sünni hanefi islam inancına sahip olan devlet vatandaşlarına hizmet götürdüğü iddialarıyla iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığa konu olaya iç hukuktaki düzenlemeler ve uygulamalar açısından bakıldığında 633 sayılı Kanuna göre oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığına genel bütçeden pay ayrıldığı, ibadethane olarak kabul edilen cami ve mescitlerin Başkanlıkça yapılmadığı ancak yönetildiği, buralara tahsis edilen kadrolara kamu görevlisi olarak maaşla atanan din adamları tarafından İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili din hizmetlerinin yürütülmekte olduğu ve 677 sayılı Kanunla getirilen yasaklamaların Anayasal güvenceyle sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, 633 sayılı Kanun ve Anayasanın 128. maddeleri delaletiyle çıkarılan kamu görevlilerine ilişkin mevzuat hükümleri karşısında cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesi ve Alevi inancının gereği olan ibadetin icrası için cemevi açılması yürürlükte olan mevzuata göre mümkün bulunmamaktadır.
Ancak Anayasanın 90. maddesi ile getirilen hüküm uyarınca konunun Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilen milletlerarası anlaşma hükümleri yönünden de hukuken irdelenmesi zorunluluğu vardır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18. maddesinde; “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü vardır. Bu hak, herkes için yalnız ya da topluca, gerek kamu önünde gerekse özel olarak öğretimle, uygulamalarla, ibadet etmeyi ya da dini yükümlülükleri yerine getirecek dinini ya da inancını açıklama özgürlüğünü içerir.” hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “Din veya İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılması Bildirgesi” ile bu konuya ilişkin genel prensipler 6. maddede; a) Bir din ya da inancın gerekleri uyarınca ibadet ya da toplanma ve bu amaçla ibadet yerleri kurma ve koruma, b) Uygun yardım ve insancıl amaçlı kurumlar kurma ve koruma, c) Bir din ya da inancın tören ya da törenlerine ilişkin araç ya da gereçleri yeterli ölçüde yapma, edinme ya da kullanma, d) Bu alanlarda ilgili metinleri yazma, yayınlama ve yayma, e) Bir din ya da inancı bu amaçlara uygun yerlerde öğretme, f) Bireylerden ve kurumlardan gönüllü, maddi ya da başka yardımlar isteme ya da alma, g) herhangi bir din ya da inancın gerekimleri ve standartlarının öngördüğü uygun liderleri yetiştirme, atama, seçme ya da yerini alacak olanı belirleme, h) Dinin ya da inancın kuralları uyarınca tatil günlerine uyma ve bayram ve törenleri kutlama, i) Din ve inanç konularında ulusal ve uluslararası düzeylerde bireylerle ve topluluklarla iletişim kurma ve sürdürme, özgürlükleri olarak belirlenmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü” başlıklı 9. maddesinde;
“1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din ve inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini ve inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın veya ahlakın ya da başkalarının özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir” kuralına, 14. maddesinde de; “Bu sözleşmede tanınan hak özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayrıcalık yapılmadan sağlanır.” kuralına yer verilmiştir.
Genel hatlarıyla, bir din ve inanca sahip olmak (içsel) ve bu din ve inancın gereklerini tek başına veya toplu olarak kamu düzenine aykırı olmamak üzere dilediği yerde icra etmek (dışsal) olarak tanımlanabilen din ve inanç özgürlüğü T.C. Anayasasının yukarıda yer verilen 10, 14 ve 24. maddeleri ile düzenlenmiş olup normatif açıdan uluslararası andlaşma hükümlerine paralellik içermektedir.
Bununla birlikte Türkiye’de yürürlükte olan 633 ve 677 sayılı Kanunlar ve uyuşmazlığa konu edilen hususlarda din ve inanç özgürlüğü bakımından varolan uygulamaların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konuya ilişkin başvurularda 9. madde uyarınca verdiği kararları ile ne ölçüde örtüştüğünün ortaya koyulması gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında bir din veya inancın 9. madde kapsamında kabul edilmesi için inandırıcı, ciddi, tutarlı bir model sunması, (Campbell ve Cosans-B.K) ve bir din veya inancın motive ettiği, etkilediği eylemin ibadet olarak kabul edilmesi için o din veya inancın zorunlu ana unsuru olması ve samimi biçimde dışavurulması kriterleri (Arrowsmith-BK) (Karaduman-Türkiye) aranmaktadır.
Gelinen noktada Aleviliğin 9. madde kapsamında görüldüğü konusunda herhangi bir tartışma kalmamıştır. Kaldı ki (Hasan ve Eylem Zengin – Türkiye) Türkiyedeki uygulamalar bakımından da bu konuda tereddüt yoktur.
Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi devlet kilisesi sisteminin varlığını tekbaşına sözleşmeye aykırı bulmamakta devletin muhtelif din ve inançlara mutlak olarak aynı davranış içerisinde olmasını aramamakta, Devletin resmi dininin olmasını eleştirmemekle birlikte (Kokkinakis-Yunanistan) (Darby-İsveç) böyle bir kiliseye mensup olma mecburiyetini sözleşmenin ihlali saymaktadır.
Mahkeme içsel ve dışsal alan boyutunda bir din ve inanca yönelik eleştiri ve tacizlerin din ve inanç özgürlüğünü tehlikeye sokacak bir düzeye ulaşması halinde kamu güçlerinin bu duruma kayıtsız kalmasının Devletin sorumluluğunu gerektirdiğini ve dışsal boyutta din ve inancını açıklama özgürlüğü sınırlandırılmalarının ise müdahalenin varlığı, yasallık, meşru amaç ve demokratik toplumda zorunluluk kriterleri bakımından incelendiğini benimsemektedir.
T.C. Anayasası’nda Devletin dinine ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Kaldı ki uyuşmazlıkta Alevilerin din ve inançlarını açıklama özgürlükleri bakımından engelledikleri veya bir başka inanç biçimini benimseme yönünde baskıya maruz kaldıklarını gösteren güncel ve somut olaylar da ortaya koyulmamaktadır.
Vatandaşların üyesi olmadıkları bir kilisenin dinsel faaliyetlerinin finansmanına katkıda bulunmaları konusunda ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, doğrudan doğruya bir kilise için toplanan verginin o kiliseye üye olmayan kişilerden alınmasını 9. maddenin ihlali olarak görmüş, ancak kilisenin seküler (ölüm, evlendirme …gibi) faaliyetlerine katkıda bulunmayı (Kurtannus-Finlandiya) veya nerede harcanacağı belli olmaksızın genel mahiyette vergi toplanmasını ihlal niteliğinde kabul etmemiştir.
Türkiye Cumhuriyetinde de Diyanet İşleri Başkanlığına vatandaşlardan genel mahiyette toplanan vergilerden pay ayrılmaktadır ki bu haliyle Mahkeme kararlarına aykırılıkdan bahsedilemez. Kaldı ki aksi görüşün benimsenmesi halinde silahlanmaya, savaşa, nükleer enerjiye, teknolojiye karşı olan kişilerin bu inançları çerçevesinde ayrı ayrı vergilendirilmeleri gerekebilir ki bu durumda vergi toplanması gerekenlerin tesbiti bakımından çözümsüzlük oluşturacağı ve kamu düzeninin sağlanamayacağı aşikardır.
Yukarıda yer verilen uluslararası andlaşma hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından da görüleceği gibi din ve inanç özgürlüğü bakımından esas ve ideal olan, sözkonusu özgürlüklere mümkün olduğunca müdahale etmemek olarak tanımlanan Devletin negatif ödevidir. Bir başka deyişle ideal olan nötr bir Devlet düzeninin varlığıdır. Bu anlamda eşitlik ilkesi ile amaçlanan, farklılıkların yokedilmesi değil farklı gruplara tanınan imtiyazların önlenmesidir . Oysa dava konusu uyuşmazlıkta davacı, İslam inancına sahip olmakla birlikte İslamın farklı bir yorumu ve uygulamasını benimseyen Alevi topluluğu adına pozitif bazı ayırım talep etmekte, ibadet yeri olarak kabul ettikleri cemevi için TBMM’de yer tesisi istemektedir.
Bütün bu açıklamalar ışığında Türkiye Cumhuriyeti açısından olaya bakıldığında; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Devletin dinine ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi din ve inanç özgürlüğü hususunda Anayasanın 10, 14, 15 ve 24. maddeleri ile normatif açıdan konunun uluslararası andlaşma hükümlerine paralel olarak düzenlendiği, genel idare içerisinde yer verilen Diyanet İşleri Başkanlığına, genel bütçeden pay ayrıldığı, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri Müslümanlık ortak kimliği esas alınarak ve Anayasa ile Laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek görev yapma işlevi tanındığı, uyuşmazlığa konu olan husustaki uygulamada ise , 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile cami ve mescit dışında tekke ve zaviyelerin kapatılmış olduğu, bir dinin ibadet yeri dışında dinin uygulaması ve yorumu niteliğindeki inanış şekilleri için ibadet ritüerlerinin ifasının sağlanması bakımından yer tesisinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından da görüleceği gibi din ve inanç özgürlüğü bakımından esas ve ideal olanın, sözkonusu özgürlüklere mümkün olduğunca müdahale etmemek olarak tanımlanan Devletin negatif ödevi kapsamında ele alınacağı bu anlamda dava konusu işlemin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında 9. madde kapsamında benimsenen ve yukarıda yer verilen hukuki duruma aykırılık oluşturmadığı görülmektedir.
Kaldı ki İslam dini anlayışı bakımından ortaya çıkan çeşitli mezhep, tarikat görüş ve yorumlar ile bu inanç biçimlerini benimseyen grupların; ibadethanelerinin tanınması gibi beklenti ve taleplerinin ayrı ayrı Devlet eliyle kamu hizmeti olarak sunulması, bu hususlarda Diyanet İşleri Başkanlığınca kamusal alan düzenlemeleri bakımından kullanılan kamu gücü ve takdir yetkisinin farklı inanç sahibi gruplar açısından manevi anlamda ne ölçüde tatmin edici olduğu noktasında tartışmalara yol açabileceği gibi dinsel norm ile hukuksal norm arasında kurulmaya çalışılan dengenin giderek Laik Devlet ilkesinden uzaklaşmaya, farklı inanç biçimlerinin törpülenmesine ve nihayet din ve inanç özgürlüklerinde sınırlandırmalara yol açabileceği ve bu yönüyle de davacıların farklılıklarından yola çıkarak açtıkları bu davadaki amaçları ile çelişeceği sonucuna varılmaktadır.
Bu bağlamda diğer mezhep, tarikat ve dini yorum mensuplarından ayrı Alevi vatandaşlara özgü olarak TBMM’de cemevinin bir ibadethane olarak açılması bunun için idare bünyesinde yer tahsisi yapılmasına ilişkin talebin reddi yolundaki dava konusu işlemde mevzuata aykırılık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle , davanın REDDİNE , aşağıda dökümü yapılan 91,20 TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğinden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak üzere 09/10/2013 tarihinde oybirliği yle karar verildi.