Haberler
Dağların kayıp anahtarı…
Hiç bir parti Dersim halkının tarihsel acılarını, siyasal tercihleri için kullanmamalıdır. Dersim soykırımı insanlığa karşı işlenmiş ağır bir suçtur.
Barış KOP
İnsandan daha uzun yaşar kemikleri…
Dillerini ne kadar toprağa gömerseniz gömün, kelimelerin kemiklerini örtecek toprak yoktur. Gün gelir, yazılır, söylenirler.
Kanlı bir sahnedir, Anadolu. Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün biraz daha öğreniyoruz bu topraklarda her inkarın ardından yakın ya da uzak tarihli bir toplu mezarın yattığını… Toprağa yalnızca ölülerin değil, hakikatlerin, dillerin, kültürlerin, kelimelerin gömüldüğünü…
Zamanla kabaran toprak yalnızca ölüleri, kemikleri değil hakikatleri de geri verir. Zamanın rüzgarı estikçe toprağın altına gömülen ne varsa yavaş yavaş çıkmaya başlar ortaya.
“Seyide mi berdo suka Xarpeti’de darde kerdo
Ne mezele beli ya ne ki ca… “
Şıxhesenu aşiretinin Yukarı Abasan koluna mensup olan Seyit Rıza; devletin kanlı harekatına karşı direniş kararı alan ve bu kararın arkasında mücadele verenlerin başında gelir. Seyit Rıza dışında öne çıkan diğer iki isim ise Baxtiyaran aşiretinin genç lideri Saan Ağa ve Koçgirili Alişer Efendi‘dir.
1921 Koçgiri katliamında Dersim’e sığınan Alişer Efendinin ve çevresinin; devlet teslim edilmesini istemiş fakat 1915 soykırımından kaçan Ermenilerin Dersim’de saklanıp, korunması ve teslim edilmemesi gibi Alişer Efendi ve beraberindekilerde teslim edilmemiştir.
Kendilerine sığınanları asla teslim etmeyeceklerini belirten Seyit Rıza ve Dersimliler; devletin bölgeye 10 Ocak 1936’da bir kararname ile atadığı, Sekizinci Kolordu Komutanı Abdullah Alpdoğan’ın, “medeniyet getirme” adı altında sıraladığı sindirme ve yok etme planlarının farkına varmış ve 14 Ağustos 1938‘de 217 kişinin kurşunlanıp, süngülendikten sonra kayalıklardan Munzur’a atıldığı Halvori’de aşiret liderleriyle, teslimiyete karşı direniş kararı almıştır.
Cumhuriyet’in, Dersim’e vali olarak atadığı Abdullah Alpdoğan bir ordu komutanı olarak adını Koçgiri Katliamı ile duyurmuştur. Bu kanlı harekatta beraber bulunduğu Sakallı Nurettin Paşa’nın ve Alpdoğan’ın asıl hedefi o tarihlerde dahi yine Dersim’dir. Ankara’ya çektikleri telgrafla harekatın Dersim ve çevresini kapsamasını isterler. Ankara ise henüz hazır olunmadığı gerekçesiyle bu isteği erteler.
1920’lerin henüz başında Dersim’i kafasına koyduğu anlaşılan Alpdoğan, Koçgiri’de edindiği kanlı tecrübeleri sonraları Dersim’de uygulamaktan çekinmemiştir. Zira Alpdoğan, Koçgiri’den beri Dersim’e karşı husumet ile doludur. Öte yandan harekât öncesi bölgeyi incelemiş ve Birinci Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’den Dersimliler hakkında ayrıntılı bilgiler almıştır. Alpdoğan, Dersim’de işe “silahların toplanması” ile başlamıştır. Bu işi, tüm aşiret liderleriyle yüz yüze görüşerek bizzat yürütmüştür. 1936 boyunca devam eden silah toplama işinde tam başarı sağlanmıştır. Aşiretlerin ve ailelerin elindeki silahların yanı sıra bıçak ve kamaları dahi toplamıştır.
Cumhuriyet, Dersim’i esas olarak beş yüz yıllık direnişi, “devletsizliği”, otorite tanımaz karakteri ve Kızılbaş bir örgütlenme nedeniyle mesele etmiştir. Dersimliler en azından son beş yüz yıl boyunca ve kısmen otonom yaşamış ve hiçbir gücün egemenliğine tam olarak girmemiştir. İsmet İnönü’nün Dersim coğrafyası için “Daimi bir huzursuzluk yuvası” deyişi bu açıdan çok anlamlıdır.
Dersim inanç sisteminin en tepesinde yer alan Mürşit ve Seyitler, Jandarmaca “şeytan“, “süpürge sakallı“, “çakal sesli“, “korkunç gözlü“, “cenaze arayıp duran“, “ölü yumma heveslisi“, “soyguncu“, “budala” vb. ağır nitelemelerle ifade edilmiştir. Naşit Hakkı Uluğ’un eserlerinde Seyitlere dönük olarak sıkça kullanılan “yalancı, hırsız, sömürücü” nitelemeleri raporlarda da devam ediyor. Bu söylem, ilginç bir şekilde “rejim muhaliflerini” de etkisi altına almış; 1970’lere kadar Seyit ve pirlere dönük bu bakış devam etmiştir.
Hükümet, askeri harekât öncesi ve sonrası Seyitleri sert bir şekilde hedef almıştır. Seyitler öylesine önemlidir kiKazım Karabekir “Dersimliler arasına onların dilini öğreterek memurlar gönderilmesini ve bu memurlara Seyit namı verilmesini” önerebilmiştir. Dersimlilere “din ve milli birliği” anlatma görevini bu memurlar aracılığıyla yerine getirme planı yapan Karabekir, seyitleri “istismar etme” yanlısıdır. Devlet bir taraftan seyitleri yok etmiş ve sürgüne göndermiş; öte yandan onların gücünü istismar etme planları yapmıştır.
“Suli Ağa vano: “Zerre mı terseno, na zalım na fa koke ma ano
Berdime vere makine ondere, dorme ma bırnay
Hesen Ağa vano: “Zalım rew ma ra ne, domone ma vışiay. . “
Dersim’e yönelik katliam harekatının zemini, eski ismiyle “Kalan” olan Dersim merkezde atılmaya başlanmıştır. Öyle ki; kışlaların, köprülerin, yolların yapımında Dersim halkı uzun süre, ağır şartlarda birer köle gibi çalıştırılmış; bir bakıma kendilerini yok edecek sürecin önü yine kendilerince açtırılmıştır.
Tertele döneminde, Rayberi Qopi ve Zeynele Ali başta olmak üzere kimileri vardı ki; katliamların sorumlusu olarak nefsi müdafaa altında silahlı, silahsız direnişe geçen aşiretleri ve liderlerini göstermiş, devletle para karşılığı işbirliği içerisine girmişlerdir. Devlette bu insanların yoksulluğunu, çaresizliğini kullanmış ve güçlerine rehber olarak takviye etmiştir. Ayrıca onlarca insanın başına ödül koyup, bu kişilerin kendi insanlarını, akrabalarını katletmelerini istemiş ve nitekim de bunu başarmıştır. Milis kuvvet olarak hükümet tarafında yer alanlar halkı ihbar edip, sayısız cinayet işlemişlerdir.
Baxtiyar aşiretinin genç lideri Saan Ağa, üvey kardeşi Xıdır tarafından başı kesilerek infaz edilmiştir. Koçgirili Alişer Efendi, okumuş yazmış, güngörmüş birisiymiş. Beş dil bildiği söylenir. Aşiret kavgalarına girmemeleri için insanları uyarıyor; aşiret kavgalarıyla Dersim’in güçten düşürüldüğünü, birlik ve beraberlik sağlanmazsa, Ermenilerin ve Koçgirililerin yaşadıklarına benzer felaketleri göreceklerini söylüyormuş.
Ve o felaketler dizisinde kendisi de acımasızca katledilir.
Alişer Efendi ve Zarife Hatun yeğenleriyle beraber kaldıkları Pışkek mağarasında, Rayberi Qopi’nin talimatlarıyla oraya giden Zeynele Ali ve adamlarınca öldürülür ve başları kesilir. Peki bu cinayetlerin arkasında olan Rayberi Qopi kimdi?
Sonu ne oldu?
Rayberi Qop; Seyit Rıza’nın büyük oğlu Şıxhesen’in kayınbiraderidir. Yani eşinin kardeşi.
Seyit Rıza’nın ortancı oğlu Bava, 1930’larda Xozat dönüşü yolda, Satoğlu ailesinin bir ferdi tarafından öldürülür. Cinayeti işleyenin, Rayberi Qop ve devlet yetkilileri tarafından teşvik edildiği öğrenilir. Rayberi Qopi gün gelir oğluAli Haydar ile birlikte, kendisine milislik yaptığı devletin müdürünce Deste’ye kurtulmak vaadiyle çağrılır. Fakat; gittiği askeri karargâhta önce çırılçıplak soyulur ve bir battaniyeye sarılarak sayısız süngüden geçirilir.
“Vere koye Tujıge de
Venge Seyide mı gulbang dano“
Seyit Rıza ise komployla yakalanıp, Elazığ’a idam edilmek üzere götürülür. Hiçbir savunma hakkının dahi tanınmadığı, alelacele gerçekleştirilen yargılanma süreci sonucunda beraberindeki oğlu Uşene Seyid, Aliye Mırze Sili,Cıvrail Ağa, Hesen Ağa, Fındık Ağa, Resik Hüseyin ve Hesene İvraime Qıji ile birlikte 15 Kasım 1937 günü Xarput’un Buğday Meydanı’nda yaşı küçültülerek idam edilir. Asılanların cesetlerinin Fırat Nehri yakınlarında yakıldığı ve küllerinin savrulduğu söylenir. Hiçbirinin mezar yeri mevcut değildir.
O günden geriye ise idam sehpasına yürüyüp, kendi infazını gerçekleştirmeden hemen önce söylediği;
“Evladı Kerbelayime, bê gunayime, ayıvo zulimo, cinayeto… ” sözü kalır.
Resmi tarih hegemonyasının, dilinin, söyleminin, red ve inkâr politikalarının; geniş kesimlerin gerçekleri bilme, öğrenme tutkusu, adalet arayışı ve vicdani gereklilikler karşısında günden güne zayıf düştüğü şu dönemlerde; Alişer Efendi’nin önceden uyarıda bulunduğu birlik ve beraberlik vurgusu yine tüm önemliliği ve zorunluluğuyla yerini korumaktadır.
Dersim nezdinde söylemek isterim ki; uzun yıllardır sol, sosyalist bir örgütlenmenin ve etkinliğin olduğu şehirde, karşı propaganda yürütülecek karşıt fikirlerin yok denecek kadar az olmasına rağmen halk bilinçli yahut bilinçsiz bir şekilde kutuplaşmaya yönlendirilmek istenmektedir. Bunun amacı Alişerlerin, Saan Ağaların, Sey Rızaların uğrunda can verdikleri Dersim’in birliği ve kardeşliğine yöneliktir.
Dersim halkının politik tercihlerine saygısızlık yapan ve daha da öteye gidip, özellikle yaşlılarımıza eleştiriden çok hakaretlerde bulunma onursuzluğuna erişenlerin; “demokrasi” mücadelesinden bahsetmeleri ise büyük bir ironi olsa gerek. Dersimliler, 2011 seçimlerinde tercih ettiklerine de, 2015’te yöneldiklerine de zaten kendi kimliklerine (Alevilik) sahip çıkarak hareket ettiler. O nedenle Dersimlilere kimse milliyetçi ve liberal hezeyanlarını boca etmeye çalışmasın.
Hiç bir parti Dersim halkının tarihsel acılarını, siyasal tercihleri için kullanmamalıdır. Dersim soykırımı insanlığa karşı işlenmiş ağır bir suçtur. İnsanlığa karşı işlenmiş suç olan soykırım, günlük politik çıkarlar için kullanılmamalıdır. Dersim davası tıpkı soykırıma uğramış diğer halkların yaptığı gibi partiler üstü bir dava olarak ele alınmalıdır.