Siyaset
‘Örgütsel Amaçlı’ Karbon Kağıdı!
Halil Gündoğan, bir yıl içinde ikinci baskısını yapan ilk kitabının ikinci cildini, hükümlü olarak kaldığı Sincan F Tipi Cezaevi’nde yazmaya koyuldu. Gündoğan, 200 sayfasının yazımını tamamladığı kitabının fotokopisini çektirmek üzere kitabı 15 Temmuz’da cezaevi idaresine teslim etti. Ancak kendisine, “Biz çekemeyiz, 20 Temmuz’da gelecek ziyaretçilerine veririz onlar çeksin” yanıtı verildi. Gündoğan’ın beklediği gibi 20 Temmuz’da teyzesi ziyaretine geldi. Dosyayı fotokopi çektirmek için cezaevi idaresinden almak için epeyce çaba sarf eden teyzesi Naime Öztürk’e, “incelemeden veremeyiz” yanıtı verildi. Bu kez 27 Temmuz’da Gündoğan’ın ziyaretine gelen dayısı dosyayı almak isteyince onun aldığı karşılık da “inceleme daha bitmedi” oldu. Gündoğan’ın kitabı “suçu ve suçluyu övdüğü” iddiasıyla “sakıncalı” bulunur. Kitap hakkında, “Mektubu Yok Et” kararına varıldı. Halil Gündoğan mektup aracılığı ile sorduğumuz soruları yanıtladı.
Cezaevi yönetiminin ilginç kararı ile kitabınız imha edilince bir anda Türkiye’nin gündemine oturdunuz. Öncelikle Halil Gündoğan kimdir ve neden cezaevindesiniz?
Resmi kayıtlara 1960 doğumlu olarak geçmiş olsam da aslında 1958 yılı Dersim Ovacık doğumluyum. Yoksul Kürt-Kızılbaş bir köylü ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Ailenin nüfus planlaması ilginç bir şekilde kız çocuğuyla başlamış, kız çocuğuyla tamamlanmış. Toplam 11 kardeşiz. Beş, altı yaşından sonraki çocukluk dönümümü Erzincan’da dedem ve nenemin yanında geçirdim. Ablam hariç diğer kardeşlerle haliyle birbirimize uzak büyüdük. İlk orta ve liseyi Erzincan’da okudum. Lise son sınıfı Dersim’de tamamladım. “Okul buraya kadar” diyerek noktayı koydum. 1976 yılında dayımla İstanbul’un yolunu tuttuk. Bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başladık. Devrimci mücadeleye, örgütlü atılmam da bu dönemle başladı.
İlk ne zaman tutuklandınız?
1978 yılında faşistlerce Gültepe’de katledilen bir yoldaşımızın cenazesine katılmıştım. Çevirmeden çıkamadım ve silahlı olarak ilk o zaman tutsak düştüm. 4-5 ay Sağmacılarda kaldıktan sonra, verilen ceza ertelendi ve tahliye oldum. Daha sonrasında 1981 yılında TİKKO’nun Marmara Bölge Komitesi Askeri Alan Sorumlusu olarak üç ay işkenceli sorgudan geçirildikten sonra tutuklanarak Selimiye Kışlasına ardından da Sultanahmet hapishanesine kondum. Özel bir ayıklamayla “silahlı kanat” mensuplarını ayıklayıp yargılamaya başladılar. Onlarca insana bir yıllık jet yargılamayla idam cezası verdiler. Niyetleri TİKKO’dan da birkaç kişiyi asmaktı. Ancak Yargıtay aşaması “evdeki hesabı çarşıya uydurmadı” ve böylece hevesleri de kursaklarında kaldı… Derken biz 1988 Martı’nda 29 devrimci olarak özgürlüğe kanat çırptık. Bunun öyküsünü “Metris’den Munzur’a Bir Firarinin Öyküsü” adlı kitapta anlatıyorum zaten. Bir yıl Avrupa’da “tatil” yaptıktan sonra ülkeye dönüp gerillaya katıldım. 1995 yılı sonbaharında örgütsel bir gereklilikten ötürü indiğim Erzincan kent merkezinde yediğimiz bir ihbar neticesinde tekrardan tutsak düştüm. Ve hâlâ tutsağız.
SÜRGÜNLERLE GEÇEN CEZAEVİ YAŞAMI
Metris’den Munzur’a Bir Firarinin Öyküsü adlı kitabınız haricinde, yazdığınız kitaplar var mı?
Elbette “Metris’den Munzur’a Bir Firarinin Öyküsü” dışında da kitap çalışmalarım oldu. 1995-2001 yılları arası Erzurum E ve Özel Tip Hapishanesinde kaldım. O dönem koşullarına nispeten daha rahattı. Gerçi Erzurum hapishanesi yine yoğun bir baskı ve tecrit ortamıydı. Sosyalist basını dahi doğru dürüst takip edemiyorduk. Ama yine de kitap sınırlaması yoktu. Yazı makinesi vs bulunabiliyordu. Yani düşünsel üretim bakımından olanaklar daha fazlaydı… İşte ilk kutupsal çalışmamı “Rota” isimli bir çalışmaydı. Partimizin kurucu önderlerinden olan Muzaffer Oruçoğlu’nun bir dergisinde yayınlanan “sitilimiz” başlıklı yazıların “yeni tipte sağ revizyonist” içerisinin esaslı bir eleştirisini yaptım. Sonra Abdullah Öcalan’ın İmralı Savunması adına ortaya koyduğu ve örgütünce de “2. Manifesto”,”21. Yy. Manifestosu” olarak kutsayıp kabul ettiği “Demokratik Cumhuriyet ile Birlik Projesi”nin eleştirini yaptım. Bu çalışmayı da “Abdullah Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet’i Kimin Cumhuriyetçisi?” İsmi altında kitaplaştırdım. Sonra “Metris’ten Munzur’a” adlı kitabımın ön çalışmasında bulundum. Ancak 2001 yılı başında Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesine götürülünce, bu çalışmaya mecburen ara vermek zorunda kaldım.
Diğer kitaplarınızda cezaevi yönetimi tarafından engellerle karşılaştı mı?
Erzurum Hapishanesinde yazıp daktilo ettiğim ‘Rota’yı hapishane idaresi engellemeye kalkıştı. Bunun üzerine ben de onu savunmama ek olarak mahkemeye sundum. Böylece dışarı çıkmanın yolunu bulmuş oldu. Öcalan’ın savunması üzerine olanı, ilginçtir enseleyemediler ve devamından Umut Yayıncılığa posta toluyla ulaştırabildim. Ancak bende olan bir nüshasını Tekirdağ Hapishane idaresi, “Devleti vatandaşına karşı savaş açmış olarak gösteriyorsun. Bu yüzdende sakıncalı bir yazıyı içeri alamayız” diyerek benim kendi çalışmamı bana vermeyerek el koydu. İnfaz Hâkimliği ve Ağır Ceza Mahkemesine yaptığım itiraz da fayda vermedi ve o çalışma içeri verilmedi. Sonraki bir süreçte müdür değişti ve ben “bu yazıyı verin üzerinde yeniden çalışacağım” talebinde bulundum. Dışarı çıkamama koşuluyla verdiler. Sonra oradan Bolu’ya sürgün edildim. Normal posta yoluyla dışarı çıkardım. Kimsede “bu sakıncalıdır, gönderemeyiz” demedi.
çıkarmamda, posta yoluyla dışarı göndermemde de bir problem yaşamadım.
Metris’den Munzur’a isimli kitabınızı hangi şartlarda yazdığınızı anlatabilir misiniz?
“Metris’den Munzur’a”yı Tekirdağ’da bir yıllık hücre hapsi koşullarında yazdım. Ancak yazı makinesi, karbon kâğıdı ve yazı silme gerekçesi olmadığından temize çekip nüshasını çıkarma işini üçlü hücrelere geçtikten sonra yapabildim. Ben temize çektim, iki arkadaşımda nüshasını çıkardı. Ve biz bunu 40’lı 50’şerli bölümler halinde posta posta dışarı gönderdik. Herhangi bir engelle karşılaşmadı. Kitap olarak basılıp tekrar hapishanelere döndü ve yine herhangi bir engelle karşılaşmadık. Ancak Bolu’dayken “Metristen Munzura”nın ikinci cildi için bazı notlar tutmuş ve başka arkadaşlardan kısa hatırlatıcı bilgiler toplamıştım. Sincan 1 No’lu ya sürgün geldiğimde o notlarım tamamına el kondu. “İnceleyelim vereceğiz” dendi. Ancak uzun süre oyalayıp vermediler. “Hakkınızda dava açacağım” dediğimde ise; “Bizde böylesi yazılar yok. Biz almadık” deyip inkârdan geldiler. Tabii yapılacak bir şey yoktu. Nasıl ispatlayabilirdim ki? Kaydı tutulmamış, tanığı yok vs. İşte öylece iç edildiler. Derken ben o yaptığım ön hazırlıktan mahrum edilmiş halde çalışmama yeniden başladım. Karbon kâğıdı istedim. “Sakıncalı örgütsel amaçlı kullanıyorsun” diyerek vermediler. Darksil’i yine aynı gerekçeyle vermiyorlar. Fotokopi çekimini ise; “Biz yapmayız ziyaretçilerine elden verebilirsin, onlar çektirip getirsin” dendi. 2. cildin ilk yazımını tamamladıktan sonra temize geçmeye başladım. Bitiğinde 200 sayfalık bölümünün son düzenlemesinde yaptıktan sonra fotokopi yaptırmak için, dilekçeyle ziyaretçime verilmesini isteyip, idareye teslim ettim. Ancak iki hafta sonrada “200 sayfa el yazısı, dokümanın tamamında terör örgütünü ve üyelerinin yasadışı faaliyetlerini övücü nitelikte sakıncalı ifadeler bulunması sebebiyle, 5275 sayılı Kanun’un 68/3 maddesi ve Tüzük’ün 91/3 ve 123. Maddesine göre sakıncalı görüldüğümden alıcısına verilmeyerek alıkonulmasına” ve itiraz savunmamada kararın değişmemesi halinde de “yok edilmesine” karar verildi. İnfaz Halimliği jet hızıyla itirazımı reddetti. Avukatların “yazının bir nüshasını alıp incelememiz gerekiyor” talebini de “gelin dosya üzerinden inceleyin ” diyerek geri çevirdiler. Ve bunun üzerine bu hukuksuzluğa, bu ortaçağ zihniyetine, bu keyfi tutuma itirazımızı Ağır Ceza Mahkemesine sunduk. “Bu bir mektup değil, kitaptır.” Dolayısıyla cezaevi idaresinin bunun üzerinden böyle bir tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Sorunu Anayasa’nın 26. Maddesi ekseninde tutuklu ve hükümlülerinde ifade özgürlüğünden yararlanabileceği bağlamında mütalaa edilmesi gereken bir sorun olduğu ifade ettik. Ama Ağır Ceza Mahkemesi bir karar vermiş değil.
Sizce mahkeme heyetinin kararı ne yönde olur?
Mahkemenin kararı ne olur bilmem ama şunu açık bir şekilde söyleye bilirim ki, ben çalışmamın o 200 sayfalık dörtte birlik bölümün dışında kalan kısmını temize çekmeye devam ediyorum. Yani kitabın tamamı o 200 sayfalık bölüm değil. Dörtte üçlük bölümü temize çekilmemiş olarak elimde. Ve şu aralar yarıladım sayılır. Mahkeme olumlu bir karar verirse, tamamını serbestçe yayın evine ulaştırabilme ortamı oluşacak. Yok, olumlu karar verilmezse, AHİM’e taşıyacağız. Ondan bir nüshasını avukatlarım alır. Diğer bölümleri de aynı ‘ince uzun yol’u takip ederek dışarı çıkacaktır nasılsa… İşte bu yüzden mahkeme kararının ne olacağının beklentisine girmeden çalışmalarımı tamamlama gayreti içindeyim.
Yazdığınız kitaplar “terör örgütünü ve üyelerini övücü” nedeniyle el koyulduğunu söylüyorsunuz. Peki, bunlar hakkında ne söylemek istersiniz?
Hapishane idaresinin ve ardından İnfaz Hâkimliğinin kararlarına gerekçe yaptığı savunma meselesi, dediğim gibi tamamen kararı verenlerin algı ve değer yargılarının karakteriyle, zihniyetiyle ilgili bir durumdur. Ve öte yandan da muazzam bir çifte standarttır. Çünkü aynı “sakıncalı ifadeleri” kitabımın 1. cildinde istemedikleri kadar çok var ve bu kitap defalarca kez denetimlerinden “görüldü” mührüyle geçip, gidip geldi. Keza 2.ciltte anlattığım gerilla sürecini anlatan Ozan Veli’nin ciltlik “Gaban” isimli bir kitabı var. Aynı ifadeler daha fazlasıyla o kitapta bulunmakta ve bu kitapta piyasada serbestçe satılmakta. Hem de bu hapishanede bizim kitaplığımızda da mevcut bulunmakta. Ayrıca bunlara benzer birçok kitap var.
HALİL GÜNDOĞAN KİMDİR?
Halil Gündoğan, 1988′de Metris’ten 28 kişiyle birlikte firar ederek Türkiye’yi sarsan 12 Eylül tutuklularından.Yakalandıktan sonra anılarını kaleme aldı. 6 yıl sonra Sincan’da yazdığı kitabın ikinci cildi ise, fotokopi çektirmek için cezaevi idaresince alındı ve “yok et kararı” verildi.