Siyaset
Dersim Adı: Sen Alamazsın Ben Veririm Cömertliği (!)
Çokça reklam edilmesine rağmen, pakette doğrudan çıkmayan, geri verilmesinin olanakları açılan “Dersim” adı yeni bir istismar sürecine bırakıldı.
Şerafettin Halis
AKP ve Erdoğan’ın, “ilk değil son da olmayacak” dedikleri paketin içinden bir “cömertlik demokrasisi” çıktı. Büyük bir özveriyle “halk için halka rağmen” Türkiye’de yaşayan hak sahiplerine hak ve özgürlükler bağış eylendi.
Tebaaya bağış, Osmanlı’dan kalma bir tanrısal devlet geleneğidir. Bu gelenek, kuvvetin ve güç yetmezliğin bir gereği olarak hak armaya tahammül göstermez, ne gerekiyorsa kendisi verir. “Kominizim” gerekiyorsa onu da…
Tek partili dönemin milletvekili ve gözde valilerinden Nevzat Tandoğan, iktidar uygulamalarının kraldan fazla kralcı olmakla Türk siyasal tarihinde iz bıraktı. Komünizmle mücadelenin ibadet sayıldığı dönemde “komünizm gelecekse onu da biz getiririz” sözüyle “sen alamazsın ben veririm” kabilinde güç yetmez bir iktidar profili çiziyordu.
Saltanat iktidarlarında, sultan, haşmetli kullar ve kullar(tebaa) vardır. Tandoğan iktidarın haşmetli kullarındandı.
Ne oldu Tandoğan’a? Yaşam gücünü dayandığı erkten alan birçok haşmetli kul gibi tükeniş ruh haliyle çekti gitti.
Atatürk’ün ölümü üzerine, güç kaynağını ve dayanağını yitirmenin duygusuyla sarsıntılı bir sürece girmiş olan Tandoğan, çok partili sisteme geçilecek olmasının verdiği korkuyla ruh dünyası günden güne iyice karardı, bir cinayet tanıklığına çağrılmayı kendi sonunun işareti olarak algılayıp intihar etti.
Keşke etmeseydi. İntihar etmemiş olsaydı, kendisinin hormonlanmış bir değerden, nasıl bir gereksizliğe düşmüş olduğunu görecekti. Yanı sıra, siyasi partiler kurulsa da tek partili yönetim uygulamalarının bitmediğini, tek adamlık devrinin farklı görüntü ve yöntemlerle devam ettiğini, yeni sultanların ve onlara yaranmada yarışmacı yeni kulların nasıl var olduğunu görmüş olacaktı.
Bugün hala sultanlar ve kulları var. Tebaa olmasaydı sultanlar olmazdı. Ancak bugün iktidar nimetleriyle tebaa edilmişlerin yanında, halk(lar)ın olduğunu da görüyor sultanlar.
AKP’nin bu güne kadar “halka rağmen halk için” yapmış olduğu düzenlemelere karşı hoşnutsuzluğunu dile getiren Kürtler, Aleviler, diğer etnik ve inanç toplulukları, emekçiler, siyaset ve sanat çevreleri vb. kendilerine rağmen verilecek hiçbir hakkın demokratik bir algıyla verilmediğini biliyorlar. AKP’nin paketinin, “sen alamazsın ben veririm” diyen otoriter bir iktidar anlayışının ürünü olduğunu da…
Hak sahipleri isterken verilmeyen, hak isteyenin şiddet gördüğü o günlerden, şiddetin hala devam ettiği bugünlere kadar ne değişti ki, bu hakların verilmesine gerek duyuldu?
Birçok amacı olsa da, “bağışlananlar” yasalar delinerek çoktan kullanılmaya başlamıştı. Bugün verilmeyen haklar da, yasalar delindiği zaman, bir başka seçim yatırımı olarak, bir başka paketle karşımıza çıkacaktır.
Çokça reklam edilmesine rağmen, pakette doğrudan çıkmayan, geri verilmesinin olanakları açılan “Dersim” adı yeni bir istismar sürecine bırakıldı.
AKP ve Demokrasi bağlamında Dersim adının serüvenine bakalım;
“ (…)
7 Kasım 1935 tarihinde ‘Munzur Vilayeti Teşkilatı ve İdaresi Hakkında Kanun Layihası’ görüşmelerin başlayıp, 25 Aralık 1935 tarih ve 2884 sayılı özel ‘Tunceli Kanunu’ çıkarılarak Tunceli adının resmileştiği güne kadar da devletin tüm resmi belgelerinde bölgenin adı “Dersim” olarak geçmektedir.
(…)
Söz konusu görüşmeler sırasında “Munzur” olarak değiştirilmek istenen “Dersim” ilinin adı, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın teklifi üzerine, “Tunçeli” olarak kabul görmüştür.
(…)
Toplumun tarihsel, kültürel, inançsal, ahlaki vb. değerlerine ters düşmeyen bir adın değiştirilmesi, günümüzde sosyal hukuk devletinin yapacağı bir iş değildir. Adların ve kültürlerin kendi tarihi köken ve kaynakları üzerinde yaşatılması, kültüre ve kültür sahiplerine verilen bir değer ve dolayısıyla demokrasinin bir gereği olacaktır.
Adların değiştirilmesinin, o ad sahiplerinin rızası alınmadan yapılması bir asimilasyonu içerir. Asimilasyon cinayettir. Bu günümüzde kabulü olanaklı bir durum olamaz. “Tunçeli” öncelikle bir operasyon adı olduğu gibi, bu adın verilmesinin ardından 1937–38 yıllarında bölgede kıyıma, sürgüne ve büyük acıların yaşanmasına neden olan Tedip ve Tenkil sonrası “Tunceli” bir asimilasyon adı olarak devam etmiştir.
(…)
Tedip ve tenkilin Dersim insanında oluşturduğu travmanın bugün de hala sürmekte olması, “Tunçeli”ni bir travma adı yapmıştır. “Tunceli” adı Dersim insanının tarihinde, belleğinde, ruhunda ve vicdanında büyük acıların ve korkuların adı olarak yer bulmuştur.
“Dersim” adının geri verilmesi, tarihi bir yüzleşme olarak, bu bölgede yaşanan acılardan kaynaklı travmanın giderilmesine yol açacak (…) günümüzün sosyal ve siyasal ihtiyaçlarına cevap olması yönünden de anlamlı olacaktır.
Yüzyıllardan beri kendi inanç ve kültür değerleri üzerinde yaşayan bölge insanı için “Dersim” adı kutsallık arz eder. Son yıllarda doğan çocuklara bolca konan, bugün hala oyunlarda, romanlarda, öykülerde, türkülerde vb. ısrarla kullanılan atalarından miras kalan “Dersim” adının ilimize yeniden verilmesi, ilimizde ve ilimiz dışında yaşayan Dersim insanının büyük çoğunluğunun rüyası ve arzusudur.”
Türkiye parlamento tarihinde bir ilk olarak, Dersim adını geri isteyen kanun teklifindeki* görüş ve gerekçelerin bir kısmı yukarıda sunulduğu gibiydi. Ne yapmıştı AKP? “Böyle bir teklif bölücülüğe hizmet eder” diyerek reddetmişti.
Bu ret; kıyım, sürgün ve asimilasyonla boy veren tarihi bir trajedinin inkârıydı aslında. Bu trajedinin ilk adımı “Dersim” adının “Tunçeli” yapılmasıyla atılmıştı. Tarihle yüzleşmenin ilk adımı da yine bu adın iadesiyle atılabilirdi.
AKP demokratik bir algıyla bu tarihi adımı atabilirdi. Atmadı.
Dersim halkı yaşadığı coğrafyanın adını istiyordu. Ancak halkın bu isteğini siyasal-sanatsal- kültürel kurum ve kişiler örgütlü bir sahiplenmeye çevirme gereği duymadı. Ağızlarından çıkan her üç sözcükten biri “Dersim” olan, çoğu sanatçı ve siyaset aktörleri bu teklifi görmezlikten geldi. O süreçte bu kanun teklifinin desteksiz ve sahipsiz bırakılması, söz konusu kişi ve kurumlar için “Dersim Samimiyet Sınavı” oldu.
Dersim mazlumiyetine, romantizmine ve nostaljisine sığınmaktan başka sığınağı olmayanlar ve de bu kazanımın bir yerlere mal edilmesini sindiremeyenler bu hassas konuyu görmediler… Duymadılar… Bilmediler… Ancak ağızlarından Dersim’i de düşürmediler.
Ne yazık ki bu arzu ve rüya o gün gerçekleşmedi.
Dün olası “Dersim” kazanımının bir yerlere mal edilmesini sindiremeyenler, bugün AKP’nin paketindeki dönme dolaba rağmen övgü mü dizecekler, yoksa “istemezük” mi diyecekler. Merak konusudur.
AKP’ye şükran yolu açmaya çalışanlar olacaktır.
“Dersim adının geri verilmesi, tarihi bir yüzleşme olarak, (…) günümüzün sosyal ve siyasal ihtiyaçlarına cevap olması yönünden de anlamlı olacaktır” gibi hassas bir belirlemeye rağmen, o gün Dersim adının iadesi teklifini bölücülükle suçlayan AKP’, bugün “sen alamazsın ben veririm” yaklaşımıyla demokrasi ve insan haklarına nasıl baktığını bir daha göstermiş oluyor.
Pakette yolu açılmış Dersim adının iadesi bir bağış olarak değil, onlarca yıllık demokrasi mücadelesinin bir kazanımı olarak algılanacaktır. Toplumsal hak arayışı ve AKP’nin Alevi politikası üzerinden bakıldığında, “Dersim” iadesinin demokrasi mücadelesi için bir kazanım, AKP içinse bir siyasi samimiyetsizlik olduğu açıkça görülecektir.
AKP, Alevilere ve Dersim’e karşı işlenmiş günahların hesabını vermek bir yana; Yavuz ve Ebu Suud gibi tarihin en kanlı aktörlerini sahiplenerek katliamları meşrulaştırırken, Dersim’in acılarını hep siyasi istismar aracı yaparak CHP’den Dersim’in hesabını sorma fırsatçılığından da geri kalmadı. Suçlunun suçludan hesap sormasının samimiyetsizlik ve istismar olduğunu, Dersimlilerin anlayamayacağını zannetti.
Varsın öyle zannetsin.
Dersim adının “yasal” kazanımı kuşkusuz memnuniyet yaratacak, Dersim iradesi bu kazanımın bir sömürü ve istismar aracı yapılmasına da izin vermeyecektir.
Tarihi bir yüzleşmenin ve özeleştirel bir hesaplaşmanın samimi/inandırıcı bir adımı atılmadıkça; Dersim adının iadesi AKP’yi Alevi/Dersim toplumu vicdanında aklamaya yetmeyecek, verilmiş oylara rağmen CHP de, bu toplum karşısında “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” sandalyesinde hep tutsak kalacaktır.
* Dersim Milletvekili Şerafettin Halis tarafından 11 Şubat 2009 tarihinde TBMM’ye verilen Kanun Teklifi.
soL gazetesi – 7 Ekim 2013