Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Masalın Dilinden Dersim Tarihi (Giriş)

Dersim Edebiyatı

Masalın Dilinden Dersim Tarihi (Giriş)

Anadolu platosunun gözleri kan çanağına dönmüş Osmanlı ordularından kaçıp Kızılbaş dağlarına sığınan da yok, ancak bu dağlar Kürtlerle Türkler arasında bir bilek güreşi alanı. İslam ve Alevilik sosu da var.

MASALIN DİLİNDEN DERSİM TARİHİ (GİRİŞİ)

Haydar KARATAŞ 

Dersim Anadolu platosu ile Mezopotamya havzasının gelip son bulduğu yerdir. Dünyanın her yerinde Dersim gibi tartışmalı coğrafyalar vardır. Kimi sosyologlar bu gibi yerlere tampon bölge der. Ben belalı coğrafyalara diyorum bu yerlere.

munzur-r

Munzur River, Çheme Muzıri…


Hindistan ile Pakistan arasında kalan Keşmir böyle bir yerdir, ancak bana sorarsanız Pakistan huzursuzluğunun altında bu kesişme vardır.

Güney ve Kuzey Amerika arasında kalan Meksika keza gene böyle bir yer. Tabii Kuzey Amerika halkı oraya taşıma yoluyla gitti, ancak buna rağmen Meksika bu hale geldi. Meksika’yı bir coğrafyacıya sorsanız orayı Kuzey Amerika’ya dahil eder, ancak ne Meksika edebiyatı ve ne de Meksika’nın düşünce yapısı Kuzey Amerika’ya benzer. İnka Maya medeniyeti ile Batı medeniyeti yüzyıllardır burada bir kaynaşma dönemi yaşıyor. Meksika ne zaman Kuzeyleşmek istese Güney Amerika onun paçasına asılır kendine doğru çeker.

Yaşadığım İsviçre’nin yapısı da böyledir. Akdeniz ile Kuzey Avrupa kültürü bu dağlarda iç içe geçer. İsviçrelilere Fransız, Alman ya da İtalyan denmez, onlar İsviçrelidir. Sokakları diğer Avrupa şehirlerine benzemez, siyah saçlılar, sarı saçlılara karışır. Kısa maki ormanları bu dağlarda uzun tundra ormanlarının içine sızmıştır. Türkiye’deki okuma şekliyle dört uluslu değildirler İsviçreliler, aksine dört dilli tek ulusturlar. Hiç kimse bir İsviçreliye Alman İsviçreli diyemez, onlar hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar İsviçrelidirler.

Avrupa’nın doğusunda yer alan Balkanlar da keza İsviçre, Meksika, Pakistan ve Türkiye’deki Kızılbaş Alevi bölgeleri  gibi böyle kültürel geçişkenliğe sahip coğrafyalardan biridir. Balkanlardaki Bal ve Kan bir araya gelince haliyle coğrafya dinmek bilmemiştir. Slav kültürü ile Batı kültürü, Akdeniz iklimi ile soğuk Kuzey Kutbu’nun rüzgarları gelip Balkanlarda anafor olur. Bu yetmezmiş gibi bu anaforun içine İslam topunu da tanrı hediye etmiştir Balkanlara.
Balkanlar da dinmemiştir bütün tarih boyunca.
Harita da bu dünyadaki geçişkenlik yaşayan coğrafik yerlere uzun uzun bakarım. Üst üste binmiş kimliklerin olduğu bu coğrafyalar içinde tek huzurlu yer İsviçre.
Diğer yerler kan revan içinde.
Bugün yazılan ve sizlerin tanımaya çalıştığı Kızılbaş Alevi bölgelerinde de İsviçre tarzı bir kültür binlerce yıl sürdü. İsviçre ta 1229 yılında nasıl çözdü bu meseleyi diye sorarsanız, çok basit bir şey yaptı. Aynı dilden beş kişi bir okulda varsa oraya devlet o dili bilen öğretmen yolladı. Din meselesini iyi organize etti, Katolikler, Evengalischler, Protestanları bir arada tutabildi. Sonradan dahil olan Müslüman göçmen işçilerin bayram günlerini diğer Avrupa ülkeleri gibi sessiz sedasız çözdü. Okullarda, öğretmenlik yaparak geçinen pek çok arkadaşım var. Beş Türk ya da Kürt varsa bir okulda gidip o çocuklara ana dillerini öğretirler. Bunun için İsviçre kendini Avrupa tarihi içinde görmez. Tabii sizlerin duyduğu kara paranın ülkesi İsviçre algısı 1. Dünya Savaşı sonrası oluşmuştur. Bahsini ettiğim bu ortaklığın konsensüsü ise bin yıl geriye gider. Üstelik dünyanın en fakir insanları yaşarmış bu dağlarda. Halkı hâlâ fakirdir ya.

Bugün Alevi Kızılbaş bölgelerinde Kürtçülük, Zazacılık ve Türkçülük kavgası almış başını gidiyor. Aslında bu coğrafyanın son çekirdek yapısı olan Dersim aynen İsviçre gibi bir konensüse sahip dünyanın ender yerlerinden biriydi. Evet Osmanlı’nın son zamanları ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan ambargo (açlıkla terbiye etme) nedeniyle derin bir iç savaş yaşandı. Ancak o dahi ekmek kavgasıydı, bugünkü gibi bilmem sen Kürtçe konuşuyorsun, bilmem o Zazaca konuşuyor meselesi yoktu. Yani ulusçuluk zehri yoktu. Dersimliler, kendi dillerinde bu birliği ifade etmek için şöyle derlerdi: “Milete Gola Dersim.” Yani Dersim havzasının milletleri.
Tek toplumsal hizmet Aleviliğe ait inanç hizmetiydi. Eskiden Kürtçenin Here-Were lehçesini konuşan Dersimlilere Here-Were bilen Alevi dedesi ve Rayber giderdi. Zazaca’nın Be-So lehçesini konuşanlara ise o dili bilen dedeler giderdi. Ziyaretleri ise ortaktı. Türkçe bilenlere de bir Türk Bektaşi boyu olan Sarısaltık ocağından dedeler giderdi.
Bütün Alevi bölgeleri böyleydi, çok dilli, çok inançlıydılar, ancak kentleşirken çıldırdılar.
Bizim de bir ulusumuz olmalı çılgınlığı son derece sert görüşlü insanlara bıraktı yerini. Yeryüzünde tek bir inançta ölüm cezası yoktu, yani Alevilikte. İki suç türü çok ağırdı. Onlardan arınmak için kefene girmek gerekiyordu. Kişi o suçlardan birini işlerse ölüp yeniden dirilmeliydi (Hâlâ üzerinde çalıştığım son romanımda bu kefene girmeyi anlatırım). İnsan nasıl kefene girer; birini öldürmüşseniz, ikincisi bir kadına cinsel sarkıntılık ve tecavüz etmişseniz. İnsan öldüren kişi toplumdan afaroz edilirdi ve kefene girip tövbeler ettikten sonra yeniden Kızılbaş Cem’ine alınırdı.
Dersim dediğim coğrafya aslında Aziz Peter’in çizdiği dağların ardıdır. Aşağıda Arion Irmağı yani bugün Kahta Çayı dediğimiz yer, yukarıda Şiran dağları, batıda Sivas’ın Gürün ilçesi ve doğuda Varto arasında kalan yüksek dağların içinde kalan bölge.

Niyetim bu dağların ardında, Kürt, Türk, Zaza, Ermeni, hatta Laz, Gürcü, Acem ve Arapların nasıl gelip iç içe girdiğini anlatmak. Bir kaç makale yazacağım. Daha doğrusu sözlü söylence geleneğinden bu coğrafyadan geride kalan çekirdek Dersim’in yaradılış hikâyesini… Zaten ben bu köşe yazarlığı işini beceremedim. Günlük gazete, akşam geç uyur, sabah erken kalkıp pazarın yolunu tutar. İyi değilse tezgahı, pazarı dolduran ahaliden tek bir kişi dahi başını çevirip bakmaz. Oysa edebiyat, günlük hayatın dışında bir şeydir, o başların dönüp bakmadığı köşede saklanmıştır. Pazarlar çekildikten, sokaklar dindikten sonra başlar yazmaya hikâyesini.

Dersim’e yani Türkler ve Kürtler arasında bir tampon bölge olan Kızılbaş coğrafyasına dönecek olursam, diyeceğim şudur; kabul edilsin ya da edilmesin, Türkiye tarihi çelişkisine geri döndü. Ermeniler yok, Rumlar, Süryaniler, Ezdiler yok artık bu coğrafyada. Mezopotamya havzasının zalim krallarından, Anadolu platosunun gözleri kan çanağına dönmüş Osmanlı ordularından kaçıp Kızılbaş dağlarına sığınan da yok, ancak bu dağlar Kürtlerle Türkler arasında bir bilek güreşi alanı. İslam ve Alevilik sosu da var.

Aslında yeni Afganistan Suriye ise bunun Pakistan’ı Türkiye’dir. İki devasa ulus Kürtler ve Türkler yeni süreçte eğer Selahattin Demirtaş gibi aklı başında siyasetçilere kulak vermezse (Demirtaş’ın standına saldırıyı kınamak için eklediğim bir satırdır!) bu iki halkı birbirine kaynaştıran bu dağları kendi taraflarına çekmek için uğraşacaklardır.
Alevileri yanına çeken, diğer tarafı azınlık konumuna düşürecektir. Bu seçimlerde gördüğüm de o, Türk İslam’ı (Erdoğan) Kürt dindarlarını yanına çekip Kürtleri eski halinde tutmak isterken, modern Kürt aydınlanması ise Alevileri yanına çekmek istemektedir.
Bense bütün bunlardan uzak, bu bir kaç yazıda üzerinde kavga döğüşün sürdüğü bu dağların masaldan tarihini yazacağım.

Jele
İlk hikâyem Jele adında genç bir kızın hikayesidir. Veziristan denen dağların ardında Wakat Dağı (wa: rüzgar demek ve Wakat dağı Hindukuş dağlarının en yüksek tepesidir. İsmaililer yaşar) yani rüzgarlar katının dağı nefes alıp verirken Jele adındaki bu genç kadını dağ alıp Habeşistan çölüne üfledi.
Jele’nin başı dönmüştü, bir çölün ortasında yerde yatıyordu. Bir süre sonra uğultular duydu, gözlerini açtı etrafını bir erkek sürüsü sarmıştı. Bağırdı, yardım diledi, ancak erkek kalabalığı arttı, yakalamalıydılar bu kadını, ancak Jele ayağa fırladı ve koşmaya başladı. Halep’e doğru gidiyordu, o Halep’e doğru kaçtıkça arkasına düşen erkekleri sayısı arttı. Orada yolun üstünde arkasında 400 yıl bırakmış yaşlı Pirke diye bir kadın vardı. O Pirke Jele’ye söyleyecekti arkasına düşen bu erkeklerden nasıl kurtulacağını…
Bu onun İslam’dan kaçış hikâyesidir.
Dünyadaki bütün uygarlıkların arkasında bir yaradılış hikâyesi vardır. Türklerin Ergenekon destanı, Kürtlerin Newroz miti, Almanların Nibelunga’sı, Hititlerin Ramaya destanları gibi… tarih o sözlü hikâye ile başlar. İşte Dersim ve Kızılbaş dağlarının hikâyesi Jele ile başlar. Jele Dersim’e nasıl gelir ve orada başına neler gelir sonraki yazıya bırakayım.
BirGün’e masalla geldim, masal anlatarak vedalaşalım.

munzur-r

Munzur River, Çheme Muzıri…

***

Dersim dediğim coğrafya aslında Aziz Peter’in çizdiği dağların ardıdır. Aşağıda Arion Irmağı yani bugün Kahta Çayı dediğimiz yer, yukarıda Şiran dağları, batıda Sivas’ın Gürün ilçesi ve doğuda Varto arasında kalan yüksek dağların içinde kalan bölge.
Niyetim bu dağların ardında, Kürt, Türk, Zaza, Ermeni, hatta Laz, Gürcü, Acem ve Arapların nasıl gelip iç içe girdiğini anlatmak. Bir kaç makale yazacağım. Daha doğrusu sözlü söylence geleneğinden bu coğrafyadan geride kalan çekirdek Dersim’in yaradılış hikâyesini…

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

9 + two =

More in Dersim Edebiyatı

To Top