Siyaset
Mehmet Gülmez ‘Barış Süreci’ni Yazdı…
Süreç nasıl işleyecek, Aleviler ve Dersimlilerin kaygıları neler, İslam birliği vurgusuyla verilen mesaj ne? Tüm bu soruların cevabını araştırmacı yazar Mehmet Gülmez, Dersimnews.com için yazdı…
MEHMET GÜLMEZ
Anadolu da yıllardır devam eden savaşın bizim için zerre kadar bir hayırının olmadığını, aksine hayatımızı zehir ettiğini, doğamızı insan ve canlı için cehenneme çevirdiğini yaşadık. Bu savaş bir daha başlamasa bile, acılarının coğrafyamızda yıllarca devam edeceğini biliyoruz. Yaralarımız ne kadar iyi niyetle sarılsa bile, kaybettiğimiz çok önemli değerleri hiçbir zaman geri getiremeyeceğimizi, yaralarımızın hep sızlayacağını biliyoruz.
Bugünkü süreçte alınacak sonuçların en önemlisi, bir daha asla silahların patlamaması ve kanın akmaması olmalıdır.
Böyle bir sonuç için her Dersimlinin her Alevinin çaba sarfetmesi insani görevdir.
Savaşan tarafların silahları susturduğu, görüşmelere başlayıp ‘’biz barışıyoruz’’ dedikleri ortamda barışı savunmanın herhangi bir riski ve faturası da yoktur.
Ben bir grup arkadaşımla beraber 2005 yılında bir dizi eylem programı ile Desime gitmiştik.
(Savaşa Hayır) şiarıyla gittiğimiz Dersim merkez de, bildiri, afiş, kurumlarla görüşme ve bir konferansla programımızı sonuçlandırdık. Yaklaşık bir haftalık programımızda, zamanın valisi Mustafa Erkal ile bir tartışmamız oldu. Programımızı engelleme ve bize hücumda çok ateşli olanlar ise, bu günkü adı ile BDP ve kimi sol çevreler idi. Kısaca belirtmek istediğim şu ki, savaşı durdurun demenin savaşan tarafların ikisininde hışmına uğrama riski yüksek iken, biz o riski alan tek kurum ve tek bölge halkıyız. Barış çabalarımız da hep istekli oldu ama aktif sürdüremedik çünkü, PKK tarafı ve kimi yardakçı sol takım koro halinde, ‘Kürt halkının özgürlük savaşına karşı hainler’ diye çığırtkanlık yapıyorlardı.
Bugünkü görüşme sürecinin kalıcı barış ile sonuçlanması için ciddi çaba sarfedecek insanlar, kurumlar üretici olurlarsa bir işe yarar. Çabalar katılımı güçlendirmeli, eleştiriler yol gösterici olmalıdır. Zira ‘bende söyledim’ mantığı ile kuru şakşakların ve sırf eleştirmek için eleştirenlerin ehemniyeti yoktur.
GÖRÜŞME MASASINDA KİMLER OTURACAK?
Bugün hala bir görüşme masası oluşmuş değildir. Görüşmeler mit aracılığı ile Abdullah Öcalan ve AKP arasında devam etmektedir. Bunun dışında gizli bir masa varsa, onu da bilmiyoruz. Savaşan taraflar arasında ilk mesjlaşmalar elbette gizli başlar ve istihbarat kuryeleri gider gelir ama ciddi görüşmeler açık olur. Gizli görüşmelerin her zaman acı reçeteleri olmuştur. Mesela Sakine Cansız devlet temsilcileriyle komuoyuna deklere edilerek görüşseydi, bugün yaşıyor olabilirdi. Yada, Cansız’ın neler söyediğini, MİT tarafının neler söylediğini kamuoyu biliyor olacaktı ve tanı koyma daha kolay olacaktı.Sakine Cansız olayında, gizli görüşmelerin herzaman tehlikeli olduğunu söylemekten öteye bir tanı koymamıza imkan yok şimdilik.
PKK ile AKP arasındaki görüşmelerin, Abdullah Öcalan’ın ‘Fetullah Gülen’in görüşlerine değer veriyorum’ diye mesajını basına ulaştırdığı dönemden beri devam ettiğini biliyorduk. Daha evelki durumu, zaman zaman Öcalanın kendi yazılarından öğreniyoruz ki, Genelkurmay adına Ergenekondan yargılanan generallerle görşmeler de olmuştur.
Yıllardır sürdürülen bir savaş ve bu savaşın tarafları var. Doğal olarak oluşacak barış masasında savaşan taraflar oturur. Her iki tarafın sivriliklerini, savaşın doğal sonuçları olan öfke, sindirememe ve agresif çıkışlarını törpülemek için üçüncü taraf olarak arabulucular oturur. Arabulucuarın görevi, her iki tarafın birbirlerini anlamalarına, fedakârlıkların karşılıklı yapılmasına, sıkılı yumrukların açılıp tokalaşmaların soğuk iklimden sıcak iklime dönüşmesine zemin hazırlamaktır.
‘AKİL İNSANLAR GRUBU’
Akil insanlar grubunun oluşum biçimi tartışmalı olduğu gibi, görevleri de tartışmalıdır bana göre. Herşeye rağmen, bu grubun başarılı olması candan dileğimdir. Bence adını ne koyarsak koyalım, masaya oturacak üçüncü grubun kurumların sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin iradesinin bir şekilde yansıması ile oluşması gerekirdi. Ana muhalefet partisinin ve mecliste grubu olan Prtilerin emsilcileri yok, Üniversitelerin temsilcileri yok, değişik inançların temsilcileri yok. Bu grbun iyi niyet diyaloglarına diyeceğim yok ama atama biçimi sürecin sonucuna yansımaz inşallah.
PKK ve AKP’NİN TALEPLERİ NELERDİR?
Sürekli AKP diyorum çünkü, bunun Devlet görüşmesi olmadığını Başbakan söylüyor.
Devlet görüşmesi olmayan bütün diyaloglarda, pazarlıklarda, söz konusu olan AKP siyasti ve çıkarları olacağının aksini kimse iddia edemez. Sorun PKK Devlet mecrasında görüşmeye ulaşmadıkça, çıkmaz riski daha yüksektir. Umarız süreç PKK-devlet mecrasına taşınır.
Her zaman söylemişimdir. PKK’nin bir hak alması, Kürtlerin bazı hakları elde etmesi ille de Türk devletinin demokratikleşmesine bağlı değildir. Türk devleti bir noktada derki, ‘bu işi silahla, savaşla bitiremedik, şu hakları vererek savaşa son veriyoruz’. Kürt tarafı adına savaşı sürdüren PKK de derki, “savaştık bedel verdik, ancak savaşın bu biçimi ile artık bu çağda taşıyamıyoruz, memleketin yaraları hergün derinleşiyor, hazır devlet yumuşamışken, oturup karşılıklı fedakarlıklarla bu acı taploya son vereceğiz.” Bu gayet mümkündür. Bir mücadele süreci var hatası ile vebali ile, bedeli ile. Böyle bir yaklaşım halinde, benim hiçbir itirazım olmayacak. İtiraz etme hakkım da yok, zira ben yıllardır bu savaşın bitmesini istiyordum. Şimdi savaşı bitirmek için barışmanın yollarını araya taraflar bravo demenin ötesinde söylenecek birşey olamaz.
TARAFLARIN İDDİALARI NELERDİR?
Hem Abdullah Öcalan’ın hemde AKP’nin iddiaları ‘Demokratik Türkiye’ şiarıdır.
Anadolunun gerçeğine, yararına uygun daha ciddi bir söylem olamaz.
Tarafların iddia ve söylemleri Demokratik Türkiye olduğuna göre, benim alkışlamadan öteye, davul zurna ile sürece katılmam gerektiriyor.
Ben yıllardır hep Türk devletini suçlarım. Bu inancımı hala koruyorum. Kavgayı kim başlatırsa başlatsın, güçlü taraf sonlandırır derim. Gelinen noktada Abdllah Öcalan’ın kavganın sonlanmasında kilit adam olduğunu görüyorom. Belkide ilk defa bu kadar etkili oluyor. Bu durumda Öcalan’ın söylemlerinin Demokratik Türkiye dokusunu örmede reel olup olamayacağına bakmak zorudayız.
Öcalan, ulus devlet kavramının ne derece katil ve katlanılması zor bir kavram olduğunu anladı bence. O nedenle bu kavramdan vazgeçerek ‘Demokratik Türkiye’ sloganını öne çıkardı. Yıllardır söylerim. İzmir’i, Adana’yı, İstanbul’u, Ankara’yı neresinden nasıl bölecekler? Batı illeri bir yana, doğu da da ciddi bir Türk nüfusu vardır. Nasıl bir sınır? Kimin kime hangi zulmünü sınır için makul görecekler? Öcalan siyaset yapmıyorsa, iyi bir noktada duruyor ancak, mektubun açıklanması ile, Demokratik Türkiye söyleminin havada kalan bir söylem olduğunu görüyoruz.
- İddia edilen Demokratik Türkiye projesinde, Kürt ve Türklerin dışındaki kültürlere, dinlere, dillere ait insani bir hakkın savunulduğu görünmüyor.
- Anadolunun en kadim dini en kadim sahibi Aleviler yeni tablo da yok sayılmaya devam ediliyorlar.
- Anadoluda tekçiliği, Türk İslam sentezini redetmeyi her zaman sürdüren ve bu nedenle nice soykırımlar yaşayan Dersim Aleviliği için tek cümle yok,
- Abdullah Öcalan’ın ‘İslam bayrağı altında birlik’ dediği projenin Yavuz -İdris birliği ve Çaldıran felaketini bana hatırlatıyor ve ürperiyorum. Bu konuda kim bize rahatlatıcı bir söz söyleyecek ve nasıl itibar edeceğiz, bilemiyorum.
- Öcalan’ın ‘Lozanı güçlendirelim’ tezi nasıl Demokratik Türkiye yaratacak merak konusudur.
- Öcalan’ın mektubundan kısa süre önce, DTK tarafından alelacele Diyarbakır’da toplanan Alevi konferansı, sonuç bildirgesi ile tam bir fiyaskoydu. Anlaşılan o ki, Öcalanın çıkışından önce ön hazırlık çalışmasından ibaretti bu konferans. Şu gerçeği vurgulamak isterim ki, Diyarbakırda Aleviliği tarif etmeye kalkanlara bu iş hem bir gömlek büyük gelir, hem de Piri, Mürşidi, Mısayıbı ve iqrarı olmayanların, Arkelojik kanıtlarla on bin yılı aşan tarihi ortada olan Alevi Deryasını tarife kalkmaları abesle iştigaldir. Alevilerin hak ve hukukunu savunmak Diyarbakır’ın namus borcudur ama, Aleviliği tarif etmek Diyarbakır’ın hakkı ve işi değildir.
Öcalan’ın islam bayrağı vurgusuna tekrar dönelim. Anadolu da İslam bayrağı ve ve İslam birliği vurgusu ne zaman ayyuka çıkmış ise, Alevilerin katledilmeleri de o kadar ayyuka çıkmış, Fırat Kızıl ırmak ve daha nice nehirler kankızıl akmıştır. Hırıstiyanlığın keskin kılıcı Anadoluya ulaştığından beri, Anadolunun kadim gövdesi doğranır, parçalanır oldu. Hırıstiyanlığın kanlı kılıcının mirasını İslam kılıcı devraldı.
Birinci kılıcın acı hatıraları, kabusları, İslam kılıcının da hala devam eden sallanması canımızı yakmaya devam ediyor.
Abdullah Öcalan’ın İslam bayrağı vurgusu uykularımızı bölüyor. Hep balık tedirginligi ile uyuyacağız.
İddialar ve şartlar ne olursa olsun, sürecin kalıcı barış ile sonuçlanması insalığa hizmetlerin en kutsalıdır çünkü, umudumz kanın durmasıdır. Kimin ne kazandığının fazla önemi yoktur. Bundan sonra insan bedeniden toprağa saçılmayacak kan, insan bedeninde yaşam için kalacak kan hepimizin kazancı olarak kabul edilirse, doğru yolun bulunması kolaylaşacaktır. Zira bu savaşın en çaresiz mağdurları Dersimlilerdir.
Savaşan taraflar kanlı süreçte agresif, saldırgan, yaralı ve yorgun oldular.
Kansız süreçte olgunlaşacaklar. Unuttuklarını, yok saydıklarını hatırlayacaklar, kaybettiklerine sadık olmanın vefasını öğrenecekler. Bunları yapamazlarsa, tarih sahnesinden çekilmenin dayanılmaz tadını erken tadacaklar.
BARIŞ SÜRECİNDE RUH ASİLLİĞİ HAKİM KILINMALIDIR
Silah, para, ahirete hizmet, iktidar hırsı ve insanın insanlığına tahaküm eden tüm etkenlerle kurulmuş iskeleleri sadece ruh asilliği yıkar.
Anadolu da yıllardır devam eden bu savaşı sonlandırma eyiliminin doğduğu bu süreçte, aktif rol alan insanların ruh asilliğini kılavuz almaları halinde sonuç insanlığın takdiri ve yararı ile pekişecektir. Süreçte rol sahibi insanların hem Başbakan’a hem de Öcalan’a karşı ’ peki efendimci ‘ değilde, ruh asilliği asaleti ile, doğruya evet yanlışa hayır diyebilmeleri, Anadolunun geleceği için eksikleri de iyi tespit etmeleri gerekir.
Kürt politikacıların bin yıllık Kürt Türk kardeşliği vurguları ve çaldıran referansını defalarca eleştirdiğim için tekrar değinmede sakınca görmüyorum. Anadoluda aslolan Türk Kürt kardeşliği yerine, tüm insanların kardeşliğini savunmaktır. Zira Tüm farklılıkların kardeşliği zaten Kürt Türk kardeşliği kapısının anahtarıdır. Ne varki, tarihin sayfalarına korkunç katliamlarla geçen bir savaş ortaklığını referans verirseniz, 500 yıl önce kurulan ittifak sonucu kaltledilen onbinlerin Alevinin torunlarına o kanlı tabloyu izletmiş olmazmısınız?
Kanlı Çaldıran tablosunun ortaklığı bu günkü kanlı tabloya son vermek için ne kadar insani bir referans olur ve bu referansa sığınanlar ne kadar ruh asilliğine sahiptirler?
PKK’nin avrupa örgütlenmesinde izlediği dinsel örgütlenmeye değinmek istiyorum. Kürdistan Aleviler Birliği. Kürdistan Yezidiler Birliği. Kürdiatan Müslümanlar Birliği olmak üzere üç ayrı dinsel örgütlenme vardır. PKK – AKP barış görüşmeleri sürecinde, Öcalan ‘İslami bayrak altında birleşmeye’ özel vurgu yapıyor. Aleviler ve Yezidiler konusunda hiçbirşey yok. Yezidiler Öcalan’a ‘başkan bizi neden unuttun’ diye sorarlarmı bilemem, ama, Kürdistan Aleviler Birliğinin bu soruyu Öcalan’a soracaklarını sanmıyorum. Çünkü bu dindaşlarımız ruh asilliğini bir yana bırakıp emre itaatin siyasi Alevileri yolunu izliyorlardı.
Dersimlilerin, bu süreçte barışın samimi savunucuları olacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın. Tarihin her döneminde oldu-bittilere karşı Dersimlilerin son sözü hep omuştur. AKP Alevilere ve Dersimlilere karşı yeni tuzaklar hazırlamanın aşkına gebe gibi görünüyor. Temennim odur ki, bu aşkın acı meyvesini Kürtlerin kucağına atmaz.
Bu sürecin üç aşamalı olacağını sanıyorum.
1. Anayasayı geçirme süreci
2. yerel seçimleri geçirme süreci
3. Köprüden geçtim süreci
Diyarbakırlı seçmenlerim bize barış için tam destek veriyorlar ama, babalarımızın yediği kazıkları unutmayın diyorlar. Altan Tan.
Not: Silahlar kesin devreden çıktığı zaman. Düzgünbaba dağının zirvesindeki tarihi Mabet kalıntılarıın olduğu yere gidip şükran orucu tutacağım.

Koo Sur
16/04/2013 at 22:22
DERSİM:
AŞIRI GÜVENDEN ve SAFLIKTAN SONRA GELEN HAYAL KIRIKLIĞI
Dêsim de ju qese-ê mao khan esto:
“Vanê: Dewe de veyve kenê, here re ki sılayiye rusna!
Here vato: “haa, nine re ya uwe lozıma, ya koli.”
Dersimde eski bir deyim (atasözü) vardır:
“Köyde düğün kutlayacaklarmış ve eşeğe de davetiye yollamışlar. Eşek demiş ki: Haa, beni davet ettiklerine göre, bu düğüne ya (uzak çeşmeden) su ya da (uzak ormandan) odun taşınacakmış!”
Silahlı ve silahsız Kürt gruplarına akmamız, silahlı ve silahsız sol gruplarına katılmamız, aynı işkenceler gibi, tutsaklıklar gibi, hapis yatmalar gibi, toprağımızdan sürülmeler gibi yakın tarihimizin içeriğini oluşturuyor! Dersim tarihi son 35-40 yıldır bunlardan ibaretir.
Bir halk olarak bir taraftan devletin haksızlığa uğrarken ve sürekli suçlanırken, diğer taraftan bu vahim durumda bu gruplar bizim için tek kurtuluş kapısı oldu. Yani buna böyle inandık, bunu böyle sandık ve kurtuluşu böyle hayal ettik, onlara aşırı saflık ve sonsuz güven duygusu içinde birer birer katıldık, kitle kitle aktık, onları sevdik, onlara umut bağladık ve onlara bir kör gibi yapıştık, beynimizlen ve ruhumuzlan onlara bağlandık, tutunduk. Ne yaptık? Bizler, yani sırf var olana uyduk, sırf mevcut olana olana aktık. Var olana takıldık, bize gelen kancalara takıldık. Bunun dışında başka hiç bir şey yapmaya imkanımız olmadı. Onlar hangi havvayı çaldılarsa biz de onu oynadık!
Bu durumda hayal kırıklığına uğramak çok normaldir! Bu durumda var olan ve daha da var olacak kancalara takılmak normaldir!
Kaderini başkasının eline veren insan, veren halk, hiç bir imkanı olmayan halk, hep hayal kırıklığına uğrar. Bu normaldir. Bu doğaldır. Çünkü bizler siyasatten ve siyasi hayattan çok uzak toplumlarız. Köylü kökenliler olarak, Dersimliler olarak çok safız. Bu durumda hayal kırıklığına uğramak, sarsılmak normaldir, kullnılmak normaldir, kendine yabancılaşmak normaldir. Anormal olan şey: bunlardan ders çıkarmamak! Bundan nasıl ders çıkarılır ben de bilmiyorum!
Ju qese-é mao bin esto: “Sari ke kar-ê tu kerd, dest-ê tu oreşinê ra. Tu ke kar-ê ho eve ho kerd, ro-ê tu oreşino ra.”
Alican
17/04/2013 at 07:00
Bira Memed,Yazini okudum hic bir eksigi yok,Sana tesekür etmek istiyorum Elinesaglik
Saygilar
Koo Sur
21/04/2013 at 19:35
Bıra M. Gülmez serva na nuste ho berxudar vo! Çı rınk ke xeyle mordmê ma, cencê ma endi gınê po, amera ho, endi zonenê her kes hore gurino, kes mare negurino! Ça mare bıguriyo ke?
Tenen derg eve Tırkki:
____________________________________
DERSİM:
AŞIRI GÜVENDEN ve SAFLIKTAN SONRA GELEN HAYAL KIRIKLIĞI
Dêsim de ju qese-ê mao khan esto:
“Vanê: Dewe de veyve kenê, here re ki sılayiye rusna!
Here vato: “haa, nine re ya uwe lozıma, ya koli.”
Dersimde eski bir deyim (atasözü) vardır:
“Köyde düğün kutlayacaklarmış ve eşeğe de davetiye yollamışlar. Eşek demiş ki: Haa, beni davet ettiklerine göre, bu düğüne ya (uzak çeşmeden) su ya da (uzak ormandan) odun taşınacakmış!”
Silahlı ve silahsız Kürt gruplarına akmamız, silahlı ve silahsız sol gruplarına katılmamız, aynı işkenceler gibi, tutsaklıklar gibi, hapis yatmalar gibi, toprağımızdan sürülmeler gibi yakın tarihimizin içeriğini oluşturuyor! Dersim tarihi son 35-40 yıldır bunlardan ibaretir.
Bir halk olarak bir taraftan devletin haksızlığa uğrarken ve sürekli suçlanırken, diğer taraftan bu vahim durumda bu gruplar bizim için tek kurtuluş kapısı oldu. Yani buna böyle inandık, bunu böyle sandık ve kurtuluşu böyle hayal ettik, onlara aşırı saflık ve sonsuz güven duygusu içinde birer birer katıldık, kitle kitle aktık, onları sevdik, onlara umut bağladık ve onlara bir kör gibi yapıştık, beynimizlen ve ruhumuzlan onlara bağlandık, tutunduk. Ne yaptık? Bizler, yani sırf var olana uyduk, sırf mevcut olana olana aktık. Var olana takıldık, bize gelen kancalara takıldık. Bunun dışında başka hiç bir şey yapmaya imkanımız olmadı. Onlar hangi havvayı çaldılarsa biz de onu oynadık!
Bu durumda hayal kırıklığına uğramak çok normaldir! Bu durumda var olan ve daha da var olacak kancalara takılmak normaldir!
Kaderini başkasının eline veren insan, veren halk, hiç bir imkanı olmayan halk, hep hayal kırıklığına uğrar. Bu normaldir. Bu doğaldır. Çünkü bizler siyasatten ve siyasi hayattan çok uzak toplumlarız. Köylü kökenliler olarak, Dersimliler olarak çok safız. Bu durumda hayal kırıklığına uğramak, sarsılmak normaldir, kullnılmak normaldir, kendine yabancılaşmak normaldir. Anormal olan şey: bunlardan ders çıkarmamak! Bundan nasıl ders çıkarılır ben de bilmiyorum!
Ju qese-é mao bin esto: “Sari ke kar-ê tu kerd, dest-ê tu oreşinê ra. Tu ke kar-ê ho eve ho kerd, ro-ê tu oreşino ra.”
Koo Sur
21/04/2013 at 19:41
Bıra M. Gülmez serva na nuste ho berxudar vo! Çı rınd ke xeyle mordmê ma, cencê ma endi gınê po, amera ho, endi zonenê ke her kes hore gurino, kes mare negurino! Ça mare bıguriyo ke? M ho xapneme!
Tenena derg eve Tırkki:
____________________________________
DERSİM: AŞIRI GÜVENDEN ve SAFLIKTAN SONRA GELEN HAYAL KIRIKLIĞI
Dêsim de ju qese-ê mao khan esto:
“Vanê: Dewe de veyve kenê, here re ki sılayiye rusna!
Here vato: “haa, nine re ya uwe lozıma, ya koli.”
Dersimde eski bir deyim (atasözü) vardır:
“Köyde düğün kutlayacaklarmış ve eşeğe de davetiye yollamışlar. Eşek demiş ki: Haa, beni davet ettiklerine göre, bu düğüne ya (uzak çeşmeden) su ya da (uzak ormandan) odun taşınacakmış!”
Silahlı ve silahsız Kürt gruplarına akmamız, silahlı ve silahsız sol gruplarına katılmamız, aynı işkenceler gibi, tutsaklıklar gibi, hapis yatmalar gibi, toprağımızdan sürülmeler gibi yakın tarihimizin içeriğini oluşturuyor! Dersim tarihi son 35-40 yıldır bunlardan ibaretir.
Bir halk olarak bir taraftan devletin haksızlığa uğrarken ve sürekli suçlanırken, diğer taraftan bu vahim durumda bu gruplar bizim için tek kurtuluş kapısı oldu. Yani buna böyle inandık, bunu böyle sandık ve kurtuluşu böyle hayal ettik, onlara aşırı saflık ve sonsuz güven duygusu içinde birer birer katıldık, kitle kitle aktık, onları sevdik, onlara umut bağladık ve onlara bir kör gibi yapıştık, beynimizlen ve ruhumuzlan onlara bağlandık, tutunduk. Ne yaptık? Bizler, yani sırf var olana uyduk, sırf mevcut olana olana aktık. Var olana takıldık, bize gelen kancalara takıldık. Bunun dışında başka hiç bir şey yapmaya imkanımız olmadı. Onlar hangi havvayı çaldılarsa biz de onu oynadık!
Bu durumda hayal kırıklığına uğramak çok normaldir! Bu durumda var olan ve daha da var olacak kancalara takılmak normaldir!
Kaderini başkasının eline veren insan, veren halk, hiç bir imkanı olmayan halk, hep hayal kırıklığına hep uğrar. Bu normaldir. Bu doğaldır. Çünkü bizler siyasatten ve siyasi hayattan çok uzak toplumlarız. Köylü kökenliler olarak, Dersimliler olarak çok safız. Bu durumda hayal kırıklığına uğramamız, sarsılmamız normaldir, kullnılmak normaldir, kendine yabancılaşmak normaldir. Ama anormal olan şey: bunlardan ders çıkarmamak!
Bundan nasıl ders çıkarılır ben de bilmiyorum!
Ju qese-é mao bin esto: “Sari ke kar-ê tu kerd, dest-ê tu oreşinê ra. Tu ke kar-ê ho eve ho kerd, ro-ê tu oreşino ra.”