Yazarlar
Pir Hüseyin Özdoğan'ın anısına…
Pir Hüseyin Özdoğan Hakk’a yürüdü geçen gün, Erzincan’da alıp götürüp bir Kureyşan köyüne gömdüler, her yıl takvime bakıp bakıp yolunu gözleyen binlerce talibi uğurlamasına gidemedi.
Hüseyin AYGÜN
Eski zaman pirlerinin Hınıs’tan Varto’ya, Malatya’dan Karadeniz’e talip ziyaretlerine gidip, cemlere karışıp, notalarla konuşup, tewte girdiği o zamanlar çok geride kalmıştı. Neredeyse yarım asır evvel o işler bitmişti.
Çünkü insanlar pirlerin etrafında toplanmaktan vazgeçtiler. Eski zaman dervişlerinin yerini, modern zaman dervişleri sayılan devrimcilerin aldığı düşünüldü, bundan neredeyse elli sene evvel. Pirler, sessizce sahneyi terk ettiler. Bu, pirlerin 1938’deki -mecburi- geri çekilişlerinden sonra, ikinci perdeydi.
Karlı yollara düşmek, yolunu kaybetmek ve bulmak, bilmediği bir köyde çıkmak, tanımadığı insanlara nasihatler vermek, son üç kuşağın görmediği bir şeydi. Bu kuşaklardan birindenim, ben de hiç görmedim, duymuştum sadece. Üstelik bir derviş ailesinden gelme olduğum halde.
Ta ki o gece, O gelene kadar.
Süleyman Özmen, “Erzincan’dan bir Pir geliyor, burada Şığank ve Gazıke’de cem yapıyor, hem de bizim dille, gelir misin” dediği o gece, ben hâlâ bazı pirlerin eski zaman dervişlerinin yolundan gittiğini öğrendim. Yol sürülüyormuş ha.
Gazıke’de bir TOKİ eviydi yanılmıyorsam ve kadınların ellerindeki plastik kaplarda turuncu portakallar, kıpkırmızı elmalar, yeni pişirilmiş ve elle parçalanmış niyazlar vardı. Naylon poşetlerde kuru üzüm, yanında leblebi de.
Pir geldi, makamına oturdu, herkes elini öptü, ben cemi kaydetmek için müsade istedim. O, kısa konuştu: “ma de yasağ çino”.
O gece kadınlar, erkekler, çocuklar, kameranın yanında ben tarifi imkansız bir anafora düştük. Yavaşça pirin dudağından dökülen dualar, odada bulunanların hep bir ağızdan yalvarmalarına, ağlamalarına, inlemelerine, bağırmalarına dönüştü, annelerini babalarını izleyen çocuklar korkuyorlar mıydı, yoksa onlar da coşkuya kapılmışlar mıydı, anlayamadım.
Pir tewte girdi, notalar hızla akmaya, elindeki püsküllü saz ağlamaya, cemdekiler korkuyla bağırıp çağırmaya başladı. Odanın baş köşesinde -herkesin yüzü ona dönük- ve tewtin doruk noktasında, O birden sazın perdesine parmaklarını bastı, sazı susturdu, benim kameranın yanında durduğum yere bakarak (gözleri kapalı halde), “efkat beq zu karê to esto ke, tı gune ey bıqedene” deyiverdi ve kaldığı yerden tellere vurmaya devam etti. Söylediklerini yalnızca ben duydum, sandım.
Ben, dudağından dökülen sözlerin benimle ilgili olduğunu o an anladım (gözleri kapalıydı), ama bir yandan da bir rüyadayım, dedim kendime. Yine de hemen bir kuşku ve merak sardı benliğimi, bu durumda hep olduğu gibi boynumdan ayaklarıma bir sıcaklık yayıldı, tewt sürmekteydi o an.
Cem bitti, kan-ter içindeki pire havlu verildi, serinlemesi için herkes seferber oldu, onun kırmızı olan yüzü biraz daha kızarmıştı, herkesi tek tek inceliyordu. O anda meyveler, üzümler, niyazlar dağıtıldı, o küçük odada hızlıca yemekler yendi, bazı poşetler içlerinde misafirlerin getirdiği yiyeceklerle gelenlere pay edildi, ben ve Süleyman müsaade istedik, o kadar kişinin nasıl sığdığına hiç anlam veremediğim o evden çıktık.
Sabah kameramı açtım, bizim dilde cemi izledim, tewt başladı, ağlamalar yalvarmalar derken, pir sazı susturdu ve orada toplananların hepsine söylüyormuş gibi bir kişiye o sözleri ediverdi. Rüya değil, meğerse gerçekmiş.
Pirin cem seremonisi bu defa başka bir mahallede başka bir yoksulun evindeydi. Bu defa çıralığını vermek için erkenden gittim, karşılıklı oturduk, yalnız kaldığımız bir anda ona, “tı çıtur hen qesey kerd, tı na mesela koti ra zonena?” dedim, o, “ma rê her çi ayano, hem ki mı nêvato, qılawuzê mı vato” deyiverdi.
O cemden bu yana, yirmi sene geçti.
Pir Hüseyin Özdoğan Hakk’a yürüdü geçen gün, Erzincan’da alıp götürüp bir Kureyşan köyüne gömdüler, her yıl takvime bakıp bakıp yolunu gözleyen binlerce talibi uğurlamasına gidemedi. Sezai Demirbilek yazdı sayfasında, öldüğünü.
Geride, eski zaman dervişlerinin yolunu süren, şehir şehir, mahalle mahalle, köy köy, ev ev ziyaretlerine gittiği, duasını verdiği, çıralığını aldığı yoksul talipleri kaldı.
Pir Hüseyin Özdoğan, pirlerin ikinci geri çekilişinden kendini sıyırmış ve “yol açmış” bir adamdı. Bu özelliği unutulmayacak.
Bana kalan ise, notaların ortasından ve qılawuzun gözünden nasihat veren sesidir.
Toprağı bol olsun, ruhu şad olsun.
20 Şubat 2021, Dersim