Yazarlar
Diller nasıl yok olur?
Anna Muradova*
Dil çok karmaşık ve ilginç bir işaretler sistemidir. Dil üzerine sonsuza dek konuşabiliriz, ama bugün dillerin nasıl yok olmanın eşiğine geldiğinden ve neden bazılarının bu eşiği aşıp öldüğünden, unutulduğundan, bazılarının ise o dili konuşanların çabalarıyla yeniden canlandığından bahsedeceğiz.
Rusça gibi bazı diller devlet dilleridir. Sadece günlük yaşamda konuşulmaz, iletişimde, kitap, dergi ve gazete yayınında kullanılır. İktidarın, hukuk ve medyanın dilidir. Devlet çok ulusluysa egemen ulusun dili (bazen ‘titular (unvanlı) dil’ olarak da adlandırılır) yalnızca devlet dili değil, aynı zamanda halklar arası iletişim dilidir.
Pek çok çokuluslu devletin sınırları içinde ‘devlet dili’ statüsü olmayan diller vardır. Ama iki veya daha çok dilin resmi dil olduğu durumlar da olabilir. Örneğin İsviçre’de devlet kurumlarında dört dil – Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşca – kullanılabilir.
Genellikle iki veya daha fazla devlet dilinin var olduğu durumlarda, bunların kullanım alanları sınırlandırılmıştır. Ben 1992’den beri ulusal azınlıkların dillerinin durumunu araştırıyorum. Bugün onlar hakkında konuşacağım.
Ulusal bir azınlığın dilinin egemen (veya “titular”) ulusun diliyle bir arada yaşadığı durumlar ayrıntılarda farklılık gösterebilir (onlar hakkında biraz sonra konuşacağız), ancak hepsinde ortak olan bir şey vardır: Küçük ulusun dili devlet diliyle rekabet etmekte zorlanır. Ve elbette böyle eşitsiz bir mücadelede küçük ulusun dilinin kazanması çok zordur. Ancak zor, imkansız anlamına gelmez.
Azınlık dillerini konuşan pek çok kişi durumlarının ‘benzersiz’ olduğunu düşünür, çünkü bazı nedenlerden ötürü diğer halkların deneyimlerine aşina değildirler. Bu nedenle dilimizin içinde bulunduğu durumun nasıl oluştuğunu anlamaya başlamamızın hepimiz için faydalı olacağını düşünüyorum.
“Büyük” Dil Nasıl “Küçük” Hale Gelir?
Dilin kökeni hakkında uzun uzun konuşulabilir, ancak bizim için önemli olan bir şey var; bir ulus oluşurken, ayrı bir ulus olarak öz farkındalığının ana unsurlarından biri kendi dilinin varlığıdır. Ancak bir halkın dilini kısmen veya tamamen yitirdiği de olur. Bu nasıl olur?
İlk durum. Halklar daha güçlü bir devlet tarafından fethedilerek devletlerini kaybederler. Kazanan, devlet dili olarak kendi dilini hakim kılar ve fethedilen halkların üyeleri toplumda başarılı olmak için kazananın dilini öğrenmek zorunda kalırlar.
Yenilen halkların dili yavaş yavaş toplumsal yaşamın dışına atılır ve sadece küçük yerleşim yerlerinde veya idari merkezlerden uzak bölgelerde günlük iletişim dili olarak kalır.
Bazen bir dilin başka bir dilin yerini alma süreci yüzyıllar alır. Bir örnek Breton dilidir. Yakın zamana kadar Breton dili Aşağı Bretonya (Finister, Côte d’Armor, Morbihan ve Loire-Atlantique) topraklarında yaygındı. Bretonca konuşulan bölgenin tarihi sınırı 19. yüzyılın sonlarından bu yana neredeyse hiç değişmeden kaldı. Bununla birlikte, 12-13. yüzyıllardan itibaren Fransızcanın yayılması nedeniyle Bretoncanın kullanım alanı giderek küçüldü. Fransızca şehirlerde günlük iletişim dili haline geldi, Bretonca sadece kırsal bölgelerde tek iletişim dili olarak kalmaya devam etti.
1632’de Bretonya (Bretagne) resmen Fransa’nın bir parçası olduğunda Bretonların kültürel ve dilsel asimilasyon süreci zaten tüm hızıyla devam ediyordu. Fransa’nın bölgesel dillerin tamamen yok edilmesini ve geleneksel sosyo-ekonomik ilişkilerin bozulmasını hedefleyen sert dil politikası 20. yüzyılın ortalarında Bretonca konuşanların sayısının keskin bir şekilde azalmasına yol açtı.
İkinci durum. Dağınık yerleşim nedeniyle göçmenler geldikleri ülkenin dilini öğrenmeye zorlanırlar, aksi takdirde bu ülkede yaşamaları ve topluma dahil olmaları imkansızdır. Bu durumda, göçmenlerin dilinin egemen ulusun dili tarafından yok edilmesi süreci çok daha hızlı olur, göçmenlerin anadili birkaç on yıl içinde kaybolur.
Ancak ilk durumda bile ulusal azınlığın dilini konuşanların sayısında genellikle keskin bir düşüş gözlenir. Bu, şiddetli toplumsal değişimler (devrim, teknik dönüşüm, şehirlere kitlesel göç, egemen ulusun dilinde radyo-televizyon yayınları yapılırken ulusal azınlığın dilinin bu olanaklardan yoksun olması) durumunda olur.
Dilinizi Nasıl Kaybedersiniz? Oldukça Hızlı ve Kolay Gerçekleşir
Bir dilin tamamen kullanımdan kalkması için üç veya dört kuşak yeterlidir. Fransa’daki Breton ve Rusya’daki Süryani dili örneklerine bakarak bu süreci daha detaylı ele alalım. Elbette, bu sadece olayların gelişiminin bir şemasıdır ve tek tek ailelerin veya anadilini konuşanların hikayeleri buna uymayabilir, hatta onunla çelişebilir.
Birinci Kuşak. Bunlar başlangıçta tek dil (ulusal azınlığın dilini) bilen kişilerdir. Ama şu veya bu nedenle toplumun tam üyesi olabilmek için bu dili bilmek yeterli değildir.
Rusyalı Süryaniler örneğinde bunlar, Rusya’ya gelen ve iş bulmak, kendilerine en azından asgari yaşam standardı sağlamak için Rusça konuşan çevreyle temas kurmak zorunda kalan birinci kuşak göçmenlerdir.
Bretonlar örneğinde ise bunlar, ilk kez günlük yaşamlarında Fransızca kullanma ihtiyacı duyan köylülerdir (Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından sonra geleneksel yaşam biçiminde dramatik değişiklikler oldu ve iş bulmak işin şehre gitmek zorunda kaldılar).
İlk kuşağın üyeleri egemen ulusun dilini öğrenmek için büyük çaba sarf ederler, çünkü dili bilmemek toplumdan dışlanmaya yol açar. Fakat egemen ulusun dilini öğrenmek bu kuşak için çok zordur ve bu kuşağın üyeleri dili nadiren akıcı olarak konuşabilirler. Genellikle egemen ulusun dilini öğrendikten sonra da aksanlarını korurlar, gramer ve sözcük hataları yaparlar. Bazen hem egemen ulusun dilini konuşanlar, hem de devlet dili artık ikinci anadilleri olan kendi çocukları tarafından alay ve eleştiri konusu olurlar. Bütün bunlar çoğu durumda anadilinin kurtulunması gereken bir kusur, bir engel olarak algılanmasına yol açar. Anadiline karşı olumsuz bir tavır oluşur. Çocuk yetiştirirken egemen ulusun dilini öğretmeye yönelik bir tutum ortaya çıkar.
İkinci Kuşak. Genellikle doğuştan iki dillidir. Evde yaşlı kuşakla iletişim kurarken ulusal azınlığın dilini, ev dışında egemen ulusun dilini kullanırlar. Anadillerine karşı tutumları birinci kuşaktakiler kadar olumsuz olabilir ya da topluma entegrasyonun önünde artık ciddi bir engel olmadığı için daha saygılı olabilir. İkinci kuşak teoride anadilinin desteklenmesi gerektiğini savunur, ancak pratikte çocuklarının toplumun eşit üyeleri olmasını sağlamak için çabalar, bunun için de egemen ulusun dilini ve uluslararası bir iletişim dilini öğrenmelerini (örneğin İngilizce) önemserler. Genellikle, ilk kuşak anadilinde okur yazar olsa bile sonraki kuşaklar tamamen ya da kısmen anadillerinde okuyup yazamazlar.
Üçüncü Kuşak. Ya iki dillidir ya da yalnızca egemen ulusun dilini konuşur. Bu kuşak artık terminal speakers, yani dilin ömrünün sona erdiği kuşak olarak kabul edilir. Çoğu zaman anadillerini ebeveynlerinden değil büyükanne ve büyükbabalarından edinirler, özellikle de kırsal kesimde yaşıyor ve anadillerini günlük yaşamda hala kullanmaya devam ediyorlarsa. Bu durumda üçüncü kuşak üyeleri bazen anadillerini ikinci kuşaktan biraz daha iyi konuşurlar.
Dördüncü Kuşak. Çoğu anadilini ya hiç bilmiyor ya da terminal speakers seviyesinde biliyordur: Gündelik kelimeler veya söz kalıpları vb. bilirler, fakat anadillerinde bir konuşma sürdüremezler. Çoğunlukla toplumun tam ve bazen başarılı üyeleri olan üçüncü ve dördüncü kuşak için ilk iki kuşağın anadillerine karşı küçümseyen tavrı anlaşılmazdır. Anadili artık can sıkıcı bir engel olarak görülmez. Bu kuşağın temsilcileri arasında, özellikle yaratıcı aydınlar arasında atalarının dilini yeniden öğrenme ve canlandırma arzusu vardır.
Not. Yukarıdakilerin tümü genellemedir, çünkü bu konuda istatistik elde etmek son derece zordur. Anadilinin kaybı çoğu zaman bir acı olarak algılanır ve herkes bu konuda konuşmak, araştırmacının sorularını cevaplamak istemez. Yaptığımız araştırma sırasında zaman zaman çatışma durumları ortaya çıktı.
Pingback: Dil nasıl yeniden canlandırılır?